PİRHA- OHAL KHK’leriyle ihraç edilen emekçilerin yaşadıkları sorunlar hala devam ediyor. 2016 yılında Mamak Belediyesi’ndeki görevinden ihraç edilen Songül Kantar da mağduriyet yaşayanlardan biri. Kantar, “Hiç sahip çıkan olmadı. Dişimizle tırnağımızla hayata tutunmaya çalıştık. Mağduriyetini anlayınca insanlar çok acımasız oluyor. Ben şimdiye kadar başka bir dünyada yaşamışım sanki” dedi.
15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişimi sonrası birçok kamu, kurum ve kuruluşunda yürütülen çalışmalar kapsamında 139 bin 356 kamu çalışanı hakkında idari işlem yapılarak 104 bin 771 kamu çalışanı kesin olarak ihraç edildi. Resmi Gazete’de yayımlanmayan veya kurum internet sayfalarında duyurulmayan ihraçlar da olduğundan, toplam ihraç sayısının belirtilen rakamdan daha fazla olduğuna da dikkat çekiliyor.
Türkiye, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ve Kanun Hükmünde Kararnamelerin (KHK) sonuçlarını yaşamaya devam ediyor.
Mağdurlar İçin Adalet Girişimi’nin yaptığı araştırmaya göre, araştırmaya katılanların en önemli sorunu; yüzde 95.3 oranında ekonomik zorluklar oldu. Bunu yüzde 86.6 oranında itibarsızlık-dışlanma, yüzde 84.6 oranında psikolojik sorunlar, yüzde 83.1 oranında iş bulamama, yüzde 78 oranında çevrenin dağılması, yüzde 69.4 oranında sosyal güvencesizlik gibi sorunlar izliyor. KHK’liler, yüzde 69,4’ü sosyal güvenceden yoksun yaşıyor. İhraç süreci ve sonrasında psikolojik sorunlar yaşayanların oranı ise yüzde 84,6. Yeni sağlık sorunları başlayan ya da hastalıkları nüksedenlerin oranı ise yüzde 45,3 olarak kayıt altına alındı. Son 5,5 yılda en az 100’ü aşkın KHK’li de intihar etti.
KHK’lilerin mağduriyet listesiyse bilinenden çok daha uzun. Mağdurların, birbirleriyle dayanışma içerisinde olduğu platformlarda duyurulan hikayeler üzerinden hazırlanan listede yaşananlar şöyle sıralanıyor:
İş sahibi olamama, devletle bir şekilde ilişkisi olan özel şirketlerde çalışamama, çalıştığı iş yerinden kovulma, mesleki lisans elde edememe, keyfi bir şekilde emeklilik engellemesi, özel fonlarda biriken parayı çekme hakkı gaspı, kredi kullanma hakkı gaspı, kredi kartı borcunu dahi kapatamama, sosyal linç sonucu intihara zorlanma, ev kiralama zorluğu, sahip olduğu konutu satamama, pasaport alma hakkı gaspı, tedavi olma hakkının keyfi biçimde engellenmesi.
“SUDAN ÇIKMIŞ BALIĞA DÖNDÜM”
2016 yılında 677 sayılı KHK ile Mamak Belediyesi’ndeki görevinden ihraç edilen Songül Kantar da mağduriyet yaşayanlardan birisi. Kantar, ihraç edildiğinden bu yana yaşadığı zorlukları anlatarak, maddi ve manevi olarak çok yıprandığını belirtti.
Sosyal medya hesaplarında yaptığı paylaşımların ihraç edilme gerekçesi olarak sunulduğunu söyleyen Kantar, yaptığı paylaşımlar sebebiyle hakkında birçok dava açıldığını da ifade etti. “Ben iktidarla aynı düşünmek zorunda değilim” diyen Kantar, ihraç sürecinin ardından yaşadıklarını şu sözlerle anlattı:
“İnsan haklarına, doğaya, canlıya aykırı gördüğüm durumları ve hükümetin bazı politikalarını eleştirdim. İhraç edildiğimi öğrendiğimde sudan çıkmış balığa döndüm. Çünkü bütün yaşamım memurluk hayatıma göre oluşmuştu. Alışverişim, borcum, giderlerim, taksitlerim; bütün yaşamım aldığım memurluk maaşına göre dengelenmişti. Birdenbire her şey kesildi. Bu çok büyük bir tramvaydı. Uzun süre bunalım yaşadım. Çok acı çektim. Geceleri uyuyamadım. Her sabah kalktığımda bütün haberleri takip ediyordum. Bir umut acaba işime geri dönebilir miyim, diye bekliyordum. Her şey bir rüya gibi geliyordu.”
“SOSYAL MEDYA PAYLAŞIMLARIM SEBEBİYLE İHRAÇ EDİLDİM”
Songül Kantar, belediyede çalışırken Akit Gazetesi’nden arandığını ve arayan kişinin kendisine ‘Biz PKK’lilerin devlet dairelerinde çalışmasını istemiyoruz’ dediğini aktararak; “Siz kimsiniz, ne hakla bunu söylüyorsunuz, dedim. ‘Siz, bu ülkenin ne kadar vatandaşıysanız ben de o kadar vatandaşıyım’ dedim. Daha sonra hakkımda soruşturmalar açıldı. İhraç edildim. Hakkımda iki tane de dava açıldı. Gazeteci Yılmaz Özdil’in bir yazısını sosyal medya hesabımdan paylaştığım için ‘Cumhurbaşkanı’na hakaretten’ ceza aldım. Hakkımdaki hüküm ertelendi. Bu yazıyı Yılmaz Özdil kendisi paylaşmış ve hiçbir şekilde bir soruşturma dahi açılmamış. Ama ben paylaştım diye ceza aldım. Yine paylaştığım birkaç yazı dolayısıyla ‘örgüt propagandası yapmaktan’ ceza aldım. O hüküm de ertelendi” şeklinde konuştu.
“BİRDENBİRE HERKES BENİ DIŞLAMAYA BAŞLADI”
İhraç edildiği süreçte evli olduğunu ve iki çocuğunun olduğunu dile getiren Kantar, ihraç edildikten sonra aile içinde şiddetli geçimsizlik yaşadıklarını anlattı. “Eşim sürekli beni suçlamaya başlamıştı” diyen Songül Kantar, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“Eşimden sürekli ‘Yapmasaydın, katılmasaydın, bu kişi de seninle birlikteydi ona bir şey olmadı, sen mi ülkeyi kurtardın’ gibi sürekli suçlamalara maruz kalmaya başlamıştım. Bu arada bir sürü kredi çekmiştim. Hala onları ödeyemedim. İcra takibi başlatıldı. Adres değişikliği yapmamıştım. Bu yüzden eski eşimin evine gidip eşyaları icraya koymuşlar. Beni aradı, ‘sen ne hakla adres değişikliği yapmıyorsun, senin borçluların buraya geliyor’ dedi. ‘İşten atıldığın yetmiyor bir de bir sürü borçlu kapıma getiriyorsun’ dedi. Ailece birbirimize düştük. Her konuda yanlarında olduğum insanlar birdenbire hepsi beni dışlamaya başladı. Belediyede yan yana çalıştığım, çok samimi olduğum arkadaşlarım birdenbire bütün ilişkisini kesti. Bunlar çok ağır travmalardı. Belki onlara göre kolaydı. ‘Songül’ü sokakta gördüm selam vermedim’ deyip geçtiler ama benim için çok zordu. Olmayan suçun suçluluğunu hissettim. Kendi kendimle kavga etmeye başladım. Kendi içimde ikiye bölündüm. Ben ne yaptım da böyle oldu, diye sürekli düşündüm.”
“KİME GİTTİYSEM, KİMİN KAPISINI ÇALDIYSAM HEPSİ YÜZÜME KAPANDI”
Songül Kantar, üyesi olduğu sendikadan da yeterli desteği alamadığını belirtip “Sendikam konusunda hayal kırıklığına uğradım” dedi. Kantar, ihraç edildikten sonra dışlandığını ve çok yalnız kaldığına vurgu yaparak şöyle devam etti:
“Hiç sahip çıkan olmadı. Dişimizle tırnağımızla hayata tutunmaya çalıştık. Emekli olabilmem için 2 yıl sigortalı çalışmam gerekiyordu. Yaklaşık 5-6 ay depresyonda kaldım ama olmuyor, bir yerden kalkıp başlamak gerekiyordu. Eşimle boşandık, çocuklarım bana tavır koydu. Herkes benden uzaklaştı. Yalnızlaştım, ailem sahip çıkmadı. Çalışmam gerekiyordu. Kime gittiysem, kimin kapısını çaldıysam hepsi yüzüme kapandı. Başvurduğum tüm yerlerden olumsuz yanıt aldım. KHK’li olduğum gerekçesiyle kimse beni yanında çalıştırmadı. Solcu, sosyalist olduğunu söyleyen yerler bile ‘Sen KHK’lisin, biz hükümetle karşı karşıya gelemeyiz’ dediler. Ağlayarak eve gittim. Çok acı çektim. Bu süreçte iş ayrımı da yapmadım. ‘Temizlik yaparım, yemek yaparım yeter ki bana sigorta yapın’ dedim ama kimse iş vermedi. Başka şehirlerde iş buldum. Datça’ya, Muğla’ya gittim ve 3 ay boyunca otellerde sezonluk çalıştım. Oradakiler sigortamı yaptı. Daha önce hiç çalışmadığım bir alandı. Otelde temizlikçilik yaptım. Hep devlet memurluğu yaptığım için özel sektör çok ağır gelmişti. Hep hak arıyorum, mesai saati arıyorum, zaman arıyorum, yemek saati arıyorum; yani insani haklarımı arıyorum ama özel sektörde bunlar mümkün değil. ‘Sen kendini ne zannediyorsun, burası devlet dairesi değil, hiçbir hak talep edemezsin’ dediler. Sadece çalışmakla yükümlüsün yani. Uyku için sadece 6 saatin var. Onun dışında sürekli çalışmak zorundaydık. Kurulu saat gibi, bir robot gibi bu şekilde otellerde çalıştım. Oteller de sürekli sigortamı girdi-çıktı yaparak sigortamı eksik yatırmış. O yüzden dolduramadım. Yaz sezonu da bitince tekrar Ankara’ya geldim.”
“MAĞDURİYETİNİ ANLAYINCA İNSANLAR ÇOK ACIMASIZ OLUYOR”
Songül Kantar, geçimini sağlamak için Muğla ve İstanbul’da bebek bakıcılığı işi yaptığını da anlattı. “Bakıcılık işi daha iyidir, şartları güzeldir diye düşünmüştüm” diyen Kantar’ın anlatımı şöyle oldu:
“Ancak hepsi birbirinden beterdi. Mağduriyetini, boşluğunu anlayınca insanlar çok acımasız oluyor. Tüm bunlardan sonra düşündüm; ben başka bir dünyada yaşamışım, insanları tanımamışım. İnsanlar bu kadar mı kötü ya da insan düşünce mi böyle oluyor? Bir atasözü var ya ‘iyi dost kara günde belli olur’ diye, gerçekten bunu yaşadım. Bir çocuğum üniversitede okuyordu. Ona para lazım. İstanbul’da bir evde yatılı olarak çalışmaya başladım. Aynı evde olunca sana insan muamelesi yapmıyorlar. Seni çalışan bir makine gibi görüyorlar. Kendi evlerindeki çamaşır, bulaşık makinesi senden kıymetli. Çamaşır makinesi ile kendimi kıyaslıyordum. Çamaşır kirlenince yıkıyor sonra duruyor, oturuyor orada. Kimse ona dokunmuyor. Ama benim öyle değildi. Ben durduğum, oturduğum an gözlerine batıyordu. Bütün makinelerden değersizdim. Bana bunu hissettirdiler. Bu şekilde çalışarak bu yıl içerisinde emekliliğimi doldurdum.”
“DİŞİMLE TIRNAĞIMLA KAZIYARAK EMEKLİ OLDUM”
Yaşadığı hukuki sürece de değinen Kantar, ihraç kararı ardından OHAL Komisyonu’na başvurduğunu ancak ‘ret’ kararı ile karşılaştığını belirtti. Sendika aracılığı ile İdare Mahkemesi’ne başvurduğunu ancak oradan da ret geldiğini aktaran Kantar, şöyle devam etti:
“Bu mahkemelerden ret gelince davacı olan kişiye mahkeme masrafı yükleniyor. Beni sendikadan (KESK’e bağlı Tümbel-Sen) arayarak 2500 TL ödemem gerektiğini söylediler. ‘Neden sendika karşılamıyor?’ dedim. ‘Çünkü sen emekli oldun’ dediler. Dişimle tırnağımla kazıyarak emekli oldum. Emekli oldum ama tazminatımı alamadım. Mahkemeye verdim. Hala mücadelem bitmedi.
Bugün buraya gelmeden önce 8 katlı inşaat halinde ve temizlenmesi gereken bir binaya gittim. ‘Üç-beş kişi toplayın, gelin temizleyin, biz KHK’lilere destek amacıyla iş veriyoruz’ dediler. Tamamen inşaat halinde ve bu temizliği çok kısa bir sürede bitirmemizi istiyorlar. Verirlerse bu işi yapacağız. Eşim nafaka vermiyor. Evim yok. Kızım evlendi boşandı. Çalışıyor, kredi ile bir ev aldı. Torunuma bakıyorum ve kızımın yanında kalıyorum.”
“PATATES KIZARTMASINI MENÜMÜZDEN ÇIKARDIK”
Pandemi ile birlikte artan ekonomik krizin de bu süreçte kendilerini çok olumsuz etkilediğini belirten Kantar, tüm temel ihtiyaçlarından kıstıklarını kaydetti. “Önceden ayda 1 kilo et alıyorduk, şimdi yarım kilo alabiliyoruz, alım gücümüz çok düştü’ diyen Kantar sözlerini şu cümlelerle sürdürdü:
“Market de bizi her gittiğimizde şok ediyor. Her gittiğimizde her şey zamlanmış oluyor. Bir aldığımızı bir önceki fiyatına alamıyoruz. Her şeyimizden kısmak zorunda kaldık. En temel gıda ürünleri peynir, zeytin, ekmek, şampuan hepsi çok fazla zamlandı. Önceden hafta sonları patates kızartırdık. Yağa gelen zamla birlikte biz artık patates kızartmasını menümüzden çıkardık.”
“HERKESİ HER ALANDA AYRIŞTIRIYORLAR, BÖLÜCÜLÜĞÜN SONU GELMİYOR”
Kürt, Alevi ve muhalif bir kimliği olduğunu ifade eden Kantar, ihraç edilmesinde bu kimliklerinin etkisinin olduğunu söyledi. İnsanları etnik kimliği, inancı gibi özelliklerinden dolayı dışlamanın “bölücülük” olduğunu vurgulayan Kantar son olarak şunları aktardı:
“Ben Kürdüm, Aleviyim, kadınım, Kızılbaşım. Bunların her zaman arkasında durdum. Sırf bu kimliklere sahip olduğum için hiçbir yerde tutunamadım. İşimi kaybettim, gittiğim yerde aşağılandım, tartaklandım. O benim kimliğim. O benim var olma şeklim. Kimseyi doğduğu yerle ya da inancıyla, kültürüyle suçlayamayız. Canlılar kendi öz benliği ile var olurlar. Ben de böyle var oldum. Bu kesinlikle suç değil. Bunu suç gören yönetim, ülke, devlet, toplum suçludur. İnsan varlığı ile suçlu olmamalı. Kadınsın bölüyorlar, Kürtsün bölüyorlar, Alevisin bölüyorlar, çalışıyorsun bölüyorlar, saçın açık bölüyorlar, saçın kapalı bölüyorlar; ‘Şuna oy verdin buna verdin’ diye bölüyorlar. Bölücülüğün sonu gelmiyor. Üzülüyorum sadece. Ülkemin, toplumun adına çok üzülüyorum. İmkanım olursa da yurt dışına gitmeyi düşünüyorum.”
Eren GÜVEN-Melis CİDDİOĞLU/ANKARA
Yoruma kapalı.