Alevi Haber Ajansi

‘Cem yürütürken asker cemi basıp pirleri gözaltına almıştı’-VİDEO

PİRHA- 1964 yılında Dersim Hozat’tan çıkıp büyük şehirlere göç etmek zorunda kalan Besime Diyaroğlu, çocukluk dönemindeki Alevi yolunun itikatı, ibadeti ve ritüellerine dair özlemini hüzün ile anlattı. Diyaroğlu, “Kültürümüzden, ziyaretlerimizden, ocaklarımızdan uzak kaldık. Benim için en büyük servet o inancımdı” diye vurguluyor. 

Haberin videosu

Balıkesir’de yaşayan Besime Diyaroğlu, çocukluk dönemindeki anılarında kalan Aleviliği PİRHA‘ya anlattı. Balıkesir’de Pir Sultan lokmasını hazırlamak için açtığı evinin bahçesinde tanışıyoruz Besime Ana ile. Ak düşmüş saçları ve güler yüzü ile bizi Kırmancki (Zazaca) karşılaması ise hikayenin başlangıcı oluyor.

Pir Sultan lokması pişer iken Kırmancki lokma gülbengi okuması ona karşı ayrıca bir hayranlığı da beraberinde getiriyor.

“‘Halla halla, halla halla, halla halla. Haq mînet û xizmeta sima hêçe nivero. Neq u sitsiz û sima u aj ra dürbero. Derde cigere ra kes isla mekero. Safate Ana Fatma ra morim nimane. Honde ke sima wesiye bîrlîgena sima. Ya Axuçan, Bava Düzgün, Babamansur û Hacı Bektaş…”

Kim bilir heybesinde neler biriktirmiş diyerek sohbete koyulduğumuz Besime Diyaroğlu Dersim’de yaşadığı Aleviliğe olan özlemini dile getiriyor. “Keşke ama keşke o topraklardan kopmasaydık” diyor.

Yaşadığı coğrafyanın doğası, suyu, dağ keçisi ve ormanına olan güzel anılarının yanı sıra ‘acısı yüreğimden hiç çıkmaz’ dediği anıları da biriktirmiş. Çocukken askerlerin köyü basmaması için zifiri karanlıkta yaptıkları cemin basılması ile birlikte babası, pirleri, köçek, gözcü başta olmak üzere 6 kişinin tekke ve zaviye kanununa muhalefetten tam 2 sene cezaevinde kalması aslında bir inancın kendini yaşatabilmesi çektiği zulmü de gözler önüne seriyor.

“BÜYÜKLERİMİZİN SÜRDÜĞÜ YOLU ARTIK GÖREMİYORUM”

Ayrılmak zorunda kaldığı topraklara dair özlemini her defasında tekrar eden Besime Diyaroğlu  “Keşke o kültürümüzden kopup da kentlere dağılmasaydık. Kentlere dağıldıkça kültürümüzden ödün verdik. Kültürümüzden kopuk yaşıyoruz. Bir geçmişe bakıyorum bir de bugün yaşanan Aleviliğe. Dünya kadar fark var. Dersim coğrafyasında büyüklerimizin sürdüğü yol, inanç, birlik ve bütünlüğü buralarda göremiyorum” ifadelerini kullanıyor.

Çocukluğunda kalan cem anılarının kendisi için en değerli anları olduğuna dikkat çeken Besime Diyaroğlu geçmişe dair anılarını tazeleyerek şöyle konuşuyor:

“Sonbahar’da dedelerimiz toplanıyordu. Hangi ev müsait ise önce onda konaklanıyordu. Kaldığı evin sahibine bu evde haksızlık, hukuksuzluk, küskünlük var mı diye sorarlardı. Bu bilgiyi öğrendikten sonra tüm köylüyü o cemde toplar çözerdi. O dönem devlet kapısına, mahkemelerine giden yoktu. Mahkememizi dedelerimiz yapardı. Dedenin eşliğinde köyün ileri gelenleri, söz sahipleri toplanırdı. Bunların değerleri söz ile biçilmez. Haksız, hukuksuz kim ise onu köyden çıkarırlardı. Hak, hukuk, adalet Aleviliğin felsefesidir. O anıları burada göremiyorum.”

“BABAM, PİRİMİZ, GÖZCÜ VE KÖÇEK 2 YIL TUTUKLU KALDI” 

“Cemi gizli de tutsak, yürekten yürütmeye devam ediyorduk” diyen Besime Diyaroğlu eski cemlerde insanların muhabbete odaklandığını ve son anına kadar cemin bir ahenk içerisinde gittiğini sözlerine ekliyor. Cem tuttukları esnada askerlerin köyü basıp babası, pirler, gözcü ve köçek ile birlikte 6 kişiyi gözaltına alması ve 2 yıl boyunca cezaevinde tutulmaları ise Besime Ana’nın anılarında acı bir gerçek olarak kalıyor.

“ALEVİ TOPLUMU ÇOK EZİLDİ”

Besime Diyaroğlu şöyle devam ediyor:

“Bu inanç kendi iradesi ile kendini yönetiyor. Bir başkasının baskısı, deyimleriyle, sözleriyle olmuyordu. Gizli de tutsak daha cemi yürekten yürütmeye devam ediyorduk. O dönemler ceme girdiğimizde kapılar kilitleniyordu, muhabbete odaklanıyorduk. Son anına kadar cemlerimiz öyle biterdi. O dönem haddinden fazla baskı vardı. Bizde arazi yok. Orman var ve hayvancılık yapardık. Uçak uçunca annem korkuyordu. ‘Acaba nereyi bombaladı’ diyordu kendi dilinde. Bunları hatırlarken insanın içi acıyor. Gerçekten Alevi toplumu çok ezildi, yakıldı, yıkıldı. Ama yine ayaktayız, bitmeyeceğiz. Biz bunu çocuklarımıza işleyeceğiz. 38 Dersim’i, Maraş’ı, Sivas’ı asla unutmayız. Küçükken köyde cem tutarken köyümüz basılmıştı. Zifiri karanlıkta cem yapılıyordu. Askerler ile köyümüz karşı karşıya idi. Devamlı denetim ve gözetim altındaydık. O esnada cem erkanı basıldı ve birçok kişiyi toplayıp götürdüler. Annelerimiz biz çocukları bir odaya topladı ve kapıyı kilitledi. Babam, gözcü, köçek ve iki dede olmak üzere toplam 6 kişiyi cezaevine attılar. Tam 2 sene cezaevinde kaldılar. Babamı çok özlüyorum diye ağabeyim beni babamın yanına götürmüştü. Hozat Cezaevi’nin bahçe duvarından beni kaldırıp babama veriyordu. Akşama kadar babamın yanında kalıyordum ve tekrar geri geliyordum. Acılarımız çok. Eşeledikçe yüreklerimiz kan ağlıyor. Geçmişi unutup atamıyorsun.”

“HIZIR VE HAKK’IN İSMİ GEÇMEDEN İŞ YAPILMAZDI”

“Ne iş yaparsan yap Hızır’ın, Hak’ın ismi geçmeden yapılmazdı” diyerek Hak inancında Hızır’ın bir bütün yaşamın her alanında olduğu gerçekliğine vurgu yapan Besime Diyaroğlu, Hızır ayı ve pişirilen kavuta dair kendisinde kalanları şöyle paylaşıyor:

“O dedeler ile bugünkü dedeler arasında dağlar kadar fark var. Alevi kurumları bunları bitirdi. Birbirleri ile didişmeleri, şikayet etmeleri ile sorunları sevk eden biz Alevileriz. O dedeler kavgaya, dövüşe yol vermezlerdi. Ama şimdi ise kopuk, neredeyse hiç yok. Sadece sembolik olarak götürüyoruz. Her kültürün kendisine göre bir güzelliği var ama ben Aleviliği hiçbir kültüre değiştiremem. Çünkü hak yemez, haksız hukuksuz hareket etmez. Geçmişte bu konular daha da ön plandaydı. Ne iş yaparsan yap Hızır’ın, Hak’ın ismi geçmeden yapılmazdı. İnsanlar Hızır’ı çağırırken sanki yanı başında gibi çağırıyordu. O zamanki Hızır orucu ile şimdiki Hızır Orucu arasında da fark var. Orucumuzun 3. gününde temizlik yapılıyor, kavut kavruluyordu. Hızır uğrayacak diye kavut beyaz çarşafların içerisine dökülüyor, kapıları kilitleniyordu. Bu kadar duyarlılık vardı. Ertesi gün kapılar açılıyor, Hızır uğramış mı diye bakılıyordu. Şimdi ise o kavutu öğütmek, kavurmak için imkanlarımız yok. Olmayınca da bunlardan mahrum kalıyoruz. Keşke hiç kopmadan o kültürüm, dilim, inancım ile bir bütün olarak yaşasaydık.”

“ANADİLDE İBADET EDEMEMEK BENİ ÇOK ÜZÜYOR”

Alevi kurumlarının bir arada olmayışı ve parçalı duruşlarını da eleştiren Besime Ana ayrıca cemlerin Kırmancki yapılmamasının kendini en çok üzen noktalardan biri olduğunu dile getiriyor. En büyük servetinin inancı olduğunun altını çizen Besime Diyaroğlu sözlerini şöyle sonlandırıyor:

“Başımızda devletin parçala-böl-ez diye bir politikası var. Bu Alevi kurumları içerisinde de kullanıyor. Alevi kurumları olarak bir arada değiliz. Parçalanır isek daha çok harcanır, ezilir, katliama uğrarız. Tek el, tem yumruk her zaman güçlüdür. Genel merkezler kendini yoklamalı. Paylaşmanın yolunu arayıp bulmak lazım. Alevilik boğulmak üzere ve nefes almaya çalışıyor. Pirlerimiz ve toplumuzda artık dilimiz Kırmanckiyi (Zazaca) konuşmuyor. Bitmiş durumda. Biz anadilimizde ibadet ediyorduk. En çok üzüldüğüm nokta da bu. Kültürümüzden, ziyaretlerimizden, ocaklarımızdan uzak kaldık. Burada ne yapabiliyor ne de onu bulabiliyoruz. Büyük bir hüzün yaşıyoruz. Benim için en büyük servet o inancımdı.”

Ersin ÖZGÜL / BALIKESİR

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak