PİRHA- Barış Vakfı’nın İzmir’de düzenlediği “Barış Açısını Savunmak ve STK’ları Güçlendirme/Geliştirme” toplantısında konuşan Barış Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Tahmaz, en temel hakların özgürce kullanılabilmesi için barışın ve yeniden müzakere sürecinin başlamasının gerekli olduğunu söyledi.
HABERİN VİDEOSU
Barış Vakfı, “Barış Açısını Savunmak ve STK’ları Güçlendirme/Geliştirme” projesi kapsamında Kaya Otel’de düzenlediği toplantıda çatışma çözümü üzerine çalışan 40’a yakın sivil toplum kurumu temsilcisi, akademisyen ve aktivisti bir araya getirdi.
Moderatörlüğünü Dr. Zeki Gül’ün yaptığı çalışmada Doç. Dr Esra Elmas “Çatışma çözümünde STK’ların çalışma alanları”, Dr Kıvılcım Turanlı “Barış hakkının ulusal ve uluslararası hukukta yeri” ve Prof. Dr Fatma Ünsal Bostan da “Barış dili ve yeni çalışma yöntemleri” konularında sunumlarını gerçekleştirdi.
“KÜRT SORUNUNA YAKLAŞIM DEĞİŞMEDİ”
Açılış konuşmasını Barış Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Tahmaz gerçekleştirdi.
Barış Vakfı’nın esas çalışma alanının beka sorununu öne süren devlete rağmen Kürt sorunun çatışmasız, demokratik çözümünün siyasi iktidarı zorlamanın yollarını aramak olduğunu belirten Tahmaz, ikincil önceliğe sahip olduğu öne sürülerek ötelenmesine rağmen 25 yıl sonra yine gelinen noktanın Kürt sorunu olduğunu dile getirdi. Faili meçhul cinayetlerin yaşandığı 1990’lı yıllardan daha ileri bir noktada olunduğu bir süreç yaşandığını iddia edilmesine karşı çıkan Tahmaz “Bugün failli meçhul cinayetleri yapanları aklayan yargı var. Kızıltepe davasında ‘Jitem diye bir şey yok’ dendi. Evet yargısız infazlar yok ama Musa Anter’in katledilmesi davasında bulunan yargıç ‘Jitem var demeyelim, Jitem yasadışı bir örgüt gibi göstermeyelim’ dedi. Diyarbakır Valisi AKP önünde eylem yapanlara bunun anayasada bir suç olduğunu söyledi. Hukuksuz şeyler yaşanıyor ve beynimize kazınıyor” dedi.
“ÇÖZÜMÜ DİRİ TUTMAYA ÇALIŞIYORUZ”
Süreç içinde Kürt varlığının inkarından Kürtlerin doğal haklarını kullanamaz noktasına gelindiğini söyleyen Tahmaz, en temel hakların özgürce kullanılabilmesi için barışın ve yeniden müzakere sürecinin başlamasının gerekli olduğunu söyledi. Müzakere için her iki tarafın ne yapması gerektiğini sivil toplum örgütleri olarak tartışılması gerektiğini söyleyen Tahmaz, “Kürt savaşı ülkenin dışına taştı. Suriye’de gelişme olursa Türkiye’de normalleşme olur. Dönüp dolaşıp yeniden müzakere masasında dolaylı dolaysız bir araya geleceğiz. Gördüğümüz tablo toplum yeteri kadar hazırlanmamış. Barışa STK’lar olarak hazır olmadığımızı ama hazırız sandığımız şeyin gerçek olmadığını saha çalışmaları sonucunda hazırlanan raporda gördük. Bunu gidermeye dönük ‘Kürt sorunun çözümünün çatışmasız nasıl sağlayabiliriz?’ sorusunu diri tutmaya çalışıyoruz” dedi.
“ÇÖZÜM SÜRECİ İLE KÜRT SORUNUNU ÖĞRENDİK”
‘Çatışma çözümünde STK’ların çalışma alanları’ başlığı ile sunum yapan Doç. Dr Esra Elmas, 5 yıl önce yaşanan çözüm sürecinde çözüm bulunabileceği hatasının yaşandığını belirterek meselenin çözümü için yapılan girişimlerin başarılı olamamasına rağmen başbakanlık düzeyinde sorun tanınmasının ve barış fikrinin kamulaşmasının bir kazanım olduğunu dile getirdi. Yapılan anketlerde bile en milliyetçi kesimlerin sorunun müzakere ile çözüleceğine inandığını belirten Elmas, “Aslında son çözüm süreci ile Kürt sorununu öğrendik. Bu da kamusallaştı, çok büyük bir avantaj. Sivil toplumun en önemli yanı devlet sivil toplumdan daha hazırlıklıydı. Çözüm sürecinin bitiminden sonra geçen süre içinde sivil toplum çok daha fazla çalıştı zorluklara rağmen. Önümüzde çok daha fazla imkanlar oldu. Var olana az da olsa tutunmak gerekiyor. Umutsuzluk için zaten yeterince konu var” diye konuştu.
“STK’LAR NE KADAR TOPLUMU TEMSİL EDİYOR?”
Türkiye’de sivil toplum örgütlenmelerinin devlet eliyle kurulduğu ve dolayısıyla siyasetin yapısal alanın sivil topluma yansıdığını belirten Elmas, STK’ların sadece duyarlı alanları ile çalışma yaparken diğer kesimlere dokunmadığını ifade etti. STK’ların ne amaçla kurulduklarını beyan etmelerinin daha güvenilir olmalarını sağlayacağını belirten Elmas, “Türkiye’de STK sol kesimin doğal bir alnı gibi görülüyor. Ama bence bu bir dezavantaj. Toplumun büyük bir kısmı Müslüman diyor kendine. Oysa biz böyle bir topluma konuşuyoruz. Bu STK ne kadar toplumu temsil ediyor? Bizi anlayabilecek insanlarla toplanıp ağlaşıp evlere dağılıyoruz. Oysa bizi anlamayan insanlarla toplanmalıyız. Türkiye’de herkes Türkiye’yi çok konuşuyor ve kendi alanını yeniden belirlemek için konuşuyor” diye vurguladı.
“TÜRKLÜK ASLINDA SİYASİ BİR KİMLİK”
Barışı isteyen insanların çok olmasına rağmen kendilerini az sandığını dile getiren Elmas, bunun karşı tarafın dilini dinlememek ve kendi diline çevirmemekten, kaynaklandığını belirtti. Çok fazla siyasi dille konuşulduğunu, barıştan yana bir dil kullanmak gerektiğini dile getiren Elmas, şunlara dikkat çekti:
“Dilinizi söyleminizi çok iyi çalışmanız gerekiyor. Bu neden gerekli? Bu işin doğası gereği yöntemimizi düşünmeliyiz. Çok aktörlü çok disiplinli alan. O kadar çok Kürt diyoruz ki, peki ya Türkler? Bu ülke göçmenlerin, travmatik toplumların oluşturduğu ülke. Türklük aslında siyasi bir kimlik. ‘Ne mutlu Türküm diyene’ derken milliyetlerimizi de biliyoruz. Lazız, Çerkeziz ve Türkler barış istiyor diyebilmek gerekir. STK’ların çalıştığı alanda da Kürt kamuoyu dışında kendine Türk diyen toplumla da nasıl konuşmak gerektiğini konuşmamız lazım. İnsan mal kaybının altını çizmek zorundayız. Yalnız bırakılan Türk sivil alandan devlet alanına kaçıyor.”
“SAVAŞ ERKEK, BARIŞ İSE DİŞİL İLE ÖZDEŞLEŞİYOR”
İhraç akademisyenlerden Dr. Kıvılcım Turalı ise barış hakkının ulusal ve uluslararası hukukta yerine ilişkin yaptığı konuşmasında Suriyelilere karşı linç girişiminin, köpek katliamının, kadın cinayetlerinin, hidroelektrik santrallerin, sağlık hizmetlerine ulaşılamaması, bireysel silahlanmanın artmasının barış hakkı ile ilişkili olduğunu belirtti. Turalı şunları dile getirdi:
“Biz genelde çatışma halini görüyoruz. Onun dışında gündelik hayatımızda barışı ilişkilendiriyoruz. Barış devletler veya gruplar arasında olur gibi sanıyoruz. Oysa çok daha fazlası. Barış istemek naif bir talep değil kendimizle içimizdeki Türkçülükle, cinsiyetçilikle, ırkçılıkla ve bireysel silahlanmayla, ekonomi politikasıyla Ar-genin sağlığa eğitime değil silaha harcanmasıyla ilgili. Sadece barış istediler demek küçümsemek duygusal bir alana hapsedilemeyecek bir alandan bahsediyoruz. Tehlike buradan başlıyor. Savaş rasyonel olandır erkeklikle özdeşleştiriliyor. Barış ise naif ve dişil olarak tanımlanıyor. Bu toplumsal sıkıntıları dillendirmediğimiz sürece adı konmamış barış hakkını hak olarak da dillendiremiyoruz.”
“KADINLAR BARIŞ SÜRECİNE AKTİF KATILDI”
Özellikle 1990’lı yıllarda yönetim kavramının yönetişim kavramıyla değiştirildiğini söyleyen Barış Vakfı Yönetim Kurulu üyesi ve Prof. Dr Fatma Ünsal Bostan, yöneten ve yönetilen değil karşılıklı yönetmenin geliştiğini söyledi. Birleşmiş Milletler (BM) 1325 sayılı Güvenlik Konseyi Kararında kadınların barış sürecine aktif katılımının söz konusu olduğunu söyleyen Bostan, Türkiye’de CEDAW’ın (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) bilinmesine rağmen 1325 sayılı kararın bilinmediğini söyledi. Bostan, “Kuzey İrlanda barış sürecinde görüşme şansımız oldu. Katılan herkesin bu başarıda Hayırlı Cuma Anlaşmasının imzalanmasında en çok Kadın Koalisyonu Partisi’nin katkısı oldu. Gerçek bir parti olarak anlamamıştık. Seçimden 6 hafta önce kurulmuş ve kendi seslerini duyuramadıkları için seçimlere girmişlerdi. Kadınlar başka partilere de üye olabiliyordu. Hem Katolik hem Protestanlar vardı. Çatışma din kökenli olmasa da mezhep farklılığı çatışmayı besleyen bir unsurdu. Bu aşamada Kadın Partisi olmasaydı anlaşma imzalanamazdı” dedi.
PİRHA/İZMİR
Yoruma kapalı.