PİRHA – Yazar Ali Balkız, devlet kurumlarının, Muharrem ayında Alevi kurumlarına ‘yardım’ adı altında yürüttükleri politikaları eleştirerek, “Çağımızda, ne yazık ki başta iktidar olmak üzere iktidarın diğer temsilcileri de Alevilere büyük bir taarruz halindeler” dedi. Balkız, Alevilerin asimilasyon politikalarına karşı direnmeyi sürdüreceğini kaydetti.
Muharrem Orucu bugün 7. gününde. 12. günün sonrasında aşure paylaştırılacak. Bazı Alevi örgütlerinin belediyelerin yardımıyla aşure hazırlaması Alevilerin eleştirilerine neden oluyor.
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) önceki dönem genel başkanlarından Yazar Ali Balkız, iktidarın, belediyeler aracılığıyla yaptığı Muharrem Orucu yardımlarına ilişkin değerlendirme yaptı. Balkız, belediyelerin, Muharrem ayı ve aşure için yardımlar yapmasını eleştirdi.
“HÜSEYİN’İ HÜSEYİN YAPAN BOYUN EĞMEMESİDİR”
Ali Balkız, Aleviliğin temelinde boyun eğmenin olmadığını vurguladı. Balkız, Alevi toplumunun, zalimin zulmüne boyun eğmemesi gerektiğini belirterek, “Aleviler ve Alevi olmayan vicdan sahipleri şu günlerde oruç tutuyorlar. Oruçlarını Kerbela’da Hz. Hüseyin ve yoldaşlarının, Muaviye oğlu Yezid’in orduları tarafından katledilmiş olmasının anısına, hatırasına tutuyor. İslam için o tarihte siyasi tartışma kimin halife olacağı tartışmasıydı evet ama özünde bu bir siyasal, sosyal ve hiç kuşku yok ki sınıfsal bir özellik taşıyordu. Hz. Ali ve oğlu Hüseyin, Muaviye ve Yezid’e biat etmemişlerdi. Onun üstünlüğünü kabullenmemiş ve boyun eğmemişlerdi ve o yolda da Hüseyin, Kerbela’da öldürüleceğini bile bile atının sırtında gitti. Yakın akrabalarıyla birlikte kanının son damlasına kadar savaştı ve hayatını verdi. Hüseyin’i Hüseyin yapan bu tavırdır, boyun eğmemesidir, zalimin zulmüne evet dememesidir, ona karşı çıkmasıdır. Belki ondan önceki tarihlerde de Spartaküs ve benzer yiğitler vardı. İnsanlık var olduğu müddetçe de olmuştur. Zalimler ve mazlumlar, egemenler ve o egemenlerin yönetme biçimine itiraz edenler olmuştur” dedi.
“BİR YASTIR, BİR PAYLAŞIMDIR”
Muharrem Orucu’nun kadim bir anlayış olduğunu belirten Balkız, sözlerine şöyle devam etti:
“Muharrem Orucu İslamiyet ve Kerbela ile de Aleviliğe intikal etmiştir. Ama Alevilik Kerbela’dan mı başlar, Horasandan mı başlar, Sümerlerden mi başlar, Orta Asya’dan mı başlar, Anadolu’dan mı başlar, Hünkar Hacı Bektaş-ı Veliden mi başlar, Pir Sultan’dan mı başlar; kim nereden başlatıyor olursa olsun temel anlayış hak, hukuk aramak, özgür, laik insan olmak üzerine kurulu isteklerin bir bütünüdür. Muharrem Orucu insanların kendi dilleri, dinleri, kültürleri, coğrafyaları ile kendi yaşam tarzı ve anlayışlarıyla başka uluslarla birlikte barış içerisinde yaşamasının olanaklarını arama eylemidir aynı zamanda. Bir yastır, bir paylaşımdır… Biz sadece bayramı, doğumu, düğünü, güneşi, ayı paylaşmayız, aynı zamanda üzüntülerimizi de paylaşırız, ölülerimizin matemini de paylaşırız, yenilgilerimizi de paylaşırız. Acıları paylaşa paylaşa azaltırız, sevinçlerimizi paylaşa paylaşa çoğalttığımız gibi. Bu bir ritüeldir, bir anlayıştır.”
“ALEVİLERE SALDIRI HALİNDELER”
Ali Balkız, Alevilerin kentlere gelmesiyle birlikte yaşayış biçimlerindeki farklılıklara da değindi. Balkız, iktidarın yardım adı altında yaptıkları asimilasyon politikalarını eleştirerek şunları söyledi:
“Aleviler bunu kadim olarak uzun yıllardan bu yana yapagelmişlerdir ama geldiğimiz şu günlerde, 1950-60’lardan başlayarak Alevilerin kente gelmeleri ile birlikte devletle daha iç içe, Sünni komşuları ile daha kapı komşu oluşları onları kendi yaşam alanlarındaki geleneksel olarak yaşadıkları Aleviliğin artık kent koşullarında yeniden uyarlanması haline getirmiştir. Cemler artık otantik anlamda bildiğimiz cem olmaktan çıktığı gibi oruç tutuşumuz da ne yazık ki kentte özelliklerinden kaybetmiş. Cemde, köyde kimin evinde nesi varsa o getirilir az olandan az çok olandan çok aynı tencereye girer, pişer lokma olur ve canlara dağıtılır. Artan da nüfus başına pay edilir. Yani herkesten varlığına göre alınır, herkese ihtiyacına göre verilir. Bu bize neyi hatırlatır? Aleviler yüzyıllardır bunu yaşarken Karl Marx daha doğmamıştı. Şimdi buradan hareket edecek olursak kentlerde Aleviler oruç tutacaklar, oruçlarını açacaklar, aşure kaynatacaklar ve bunun malzemelerini belediyelerden alacaklar öyle mi? Ya da belediyeler onlara çuval çuval bulgur, yağ, dut, şeker, su gönderecek ve Aleviler bunları kabul edecek. Bunlardan pişen aşureyi lokma yapıp oruç açacaklar öyle mi? Yakışmıyor. Bu doğru değil. Kendi olanakları ne kadar el veriyorsa o kadarı ile yetinmek ama belediyelerin bağışı ile gönderdiği hediyeler ile aşure kaynatmanın bizim kültürümüzde yeri yoktur. Ve ayrıca sadece bununla kalmıyor belediyeler, hükümet de çokça yapıyor bu ve benzeri yardım adı altında aslında denize olta atılmış yem gibi düşünecek olursak güya Aleviler balık onlar da avlayacaklar. Çağımızda, ne yazık ki başta iktidar olmak üzere iktidarın diğer temsilcileri tarafından Alevilere büyük bir taarruz, büyük bir saldırı halindeler.
“ALEVİLER DİRENİYOR VE DİRENECEKLER”
Demokratik Alevi Dernekleri, Ana Fatma Cemevi’nin kapısındaki kırıklar bundan 1 sene önce kırıldı. Diğer Alevi örgütleri ile birlikte saldırıya uğrayan bu mekanı tahrip edenler yakın bir zaman önce serbest bırakıldılar. İktidar Alevilere hoş görünmek için Alevi gençlerinden oluşacak gençlik kampları düşünüyor, Kerbela’ya Alevi dedelerini götürüyor. Hükümet, Hacı Bektaş’a Alevileri, Alevi önderlerini, dedelerini, vakıf ve Alevi derneklerini davet ediyor. ‘Onları nasıl yollarından çıkartırız, nasıl kafalarını değiştiririz, görüşlerini bulanıklaştırırız, nasıl asimile ederiz, hangi alanlarla, hangi yöntemlerle, yollarla’ diye düşünüyor. Bu konuda çok deneyimliler doğrusu. Yani Selçuklu’dan başlayarak Osmanlı boyunca devam eden ne yazık ki Cumhuriyet aşamasında da sürmekte olan bir yandan toplu halde ya da bireysel anlamda katliamlar onların yanına bir de barışçıl yolu eklediler. O sopa orada duruyor, ellerinde hazır ama tavşan havuç hikayesinde olduğu gibi havuç uzatarak acaba Alevileri yollarından döndürebilir, terbiye edebilir, yola getirebilir, kendi kervanımıza katabilir miyiz yanıtlarını aramaya çalışıyorlar. Belediyelerin şu günlerde Alevi örgütlerine, cemevlerine göndermek istedikleri ya da göndermekte oldukları aşure malzemeleri de bunun araçlarından biri ne yazık ki.
Aşurenin bir anlamı var tarihsel anlamdaki misyonu bellidir. Semavi dinler öncesine dayanır. Kerbela ile birlikte de Aleviler, Kızılbaşlar benimsemişlerdir. 12 çeşit maddeden oluşur. Her biri bir kazana giriyor aynı kazanda kaynıyor, artık nohut nohut değil, fasulye fasulye değil, şeker şeker değil hem kendisi hem başkası artık. Kültürlerin, insanların sosyolojik, kültürel anlamda da birbirlerinden alacakları ve verecekleri vardır. Birlikte başka bir şey olurlar; kendi özelliklerini, öz benliklerini korurken aynı zamanda bir ve beraber olurlar. İktidar bunu istemiyor. Ama Aleviler direniyor ve direnecekler.”
Buse Nehir DEMİR/ANKARA
Yoruma kapalı.