PİRHA- Babamın Kanatları filminin yönetmeni Kıvanç Sezer iş cinayetlerinin tehdidi altında çalıştırılan insanların hikayesini anlattığı filmine yönelik PİRHA’ya konuştu. Sezer, “İnsan hakları, örneğin bizim filmde de değindiğimiz bir yaşam hakkı, bir çalışma hakkı, bir barınma hakkı, sağlık hakkı, bunların hepsinin kısıtlanmasından doğan bir hikaye bizimki” dedi.
Kıvanç Sezer’in yazıp yönettiği ‘Babamın Kanatları’ filmi, İnsan Hakları Haftası etkinlikleri kapsamında Berlin Eiszeit Kino’da 6 ve 13 Aralık tarihlerinde izleyici ile buluşuyor. Sezer Babamın Kanatları filminde İstanbul’da inşaat sektöründe çalışan Kürt işçilerin dramını, haktan hukuktan yoksun, iş cinayetlerinin tehdidi altında çalıştırılan ‘sıradan’ insanların hikayesini anlatıyor.
Yönetmen Kıvanç Sezer ile filmini, Berlin’deki gösterimi ve Türkiye’deki insan hakları sorununu konuştuk. İnsan hakları meselesinin bugünün meselesi olmadığını belirten Sezer, “Çok uzun yılların birikmesi var. Haksızlıkların ve hukuksuzlukların kol gezdiği bir ülkede bir şekilde bunların mücadelesi, bir avuç insanın mücadelesi üzerinden yürüyor. Oysa devlet mantığı yine her zamanki gibi insanların yaşamını zora sokacak bir sürü uygulamaları peş peşe getiriyor” diyor.
“İŞ CİNAYETLERİNE DİKKAT ÇEKEN BİR PROJE”
Öncelikle aynı zamanda ilk filminiz olan Babamın Kanatları’ndan bahsedelim?
Babamın Kanatları, kanser teşhisi konan bir işçinin çıkışsızlığı ve yeğeniyle olan ilişkisi üzerinden, aslında inşaatlarda var olan sömürü düzenini anlatan, anlatmaya çalışan bir sinema filmi. Benim ilk filmim. Şöyle bir yolculuğu oldu filmin: Aslında bir gazete haberinden yola çıkarak bu filmi yazmaya karar verdim. Üç yıllık bir senaryo sürecinden sonra bu filmi 2015 yılında çektik ve 2016 yılında Karlovy Vary Film Festivali’nde gösterime girdik. Ondan sonra film Türkiye’de ve dünyada birçok film festivalinde gösterildi ve ödüller aldı. Bu kapsamda da, Türkiye’de iş cinayetlerine dikkat çeken bir proje olarak, bir film olarak bir şekilde bu konunun konuşulmasını belli ölçüde sağladı. Gerek vizyon olarak, gerek festivaller, gerek halen devam ettiğimiz özel gösterimler, bu çok temel ve insani olan meseleye, insan haklarının da kapsamında olan bu meseleye, dikkat çekmeye devam ediyor diyebilirim.
“FİLMİN ANLAMINI BULDUĞU YER SEYİRCİYLE BULUŞMASI”
Filmin Türkiye’de gösterimi, karşılanması nasıl oldu? Aynı zamanda Avrupa’da gösterimler halen devam ediyor. Bunlarla ilgili neler demek istersiniz?
Film geçen sene 2 Aralık’ta vizyona girdi. Yaklaşık 25 bin kişiye ulaştı. Onun haricinde özel gösterimlerle ve festivallerle tabii ki insanlara ulaştı. Bu festivaller Brezilya’dan Norveç’e, Hindistan’dan Fransa’ya, Almanya’dan Gürcistan’a, dünyanın birçok ülkesinde filmi seyircisiyle buluşturdu. Film seyirciden gayet önemli ve güzel tepkiler aldı. Gidebildiğim yerlerde ben de bulundum. Dediğim gibi çeşitli ödüller aldık. Fakat tabii ki önemli olan, ödüllerden ziyade filmin seyircisiyle buluşması. Çünkü filmin anlamını bulduğu yer, seyirci sevse de, sevmese de, eleştirse de, beğense de, seyirciyle buluştuğu anlar oluyor. Onun için, dediğim gibi, özel gösterimlerle seyirciyle buluşmaya devam ediyoruz.
Şundan da bahsedebilirim. Ben şu an Berlin’de yine filmin özel gösteriminin hazırlıklarının yapıldığı bir süreçte bulunuyorum. Filmin 6 Aralık’ta ve 13 Aralık’ta Berlin Eiszeit Kino’da iki özel gösterimi yapılacak. Hem bu bağlamda, hem de zaten bir bursla bir süredir Berlin’deydim. Yine burada ikinci filmimin çalışmalarına devam ediyorum. Berlin’de olmak ve özellikle Berlin’de filmi göstermek önemli; çünkü Berlin Avrupa’nın önemli şehirlerinden bir tanesi. Türkiye’den nüfusun da yoğun yaşadığı bir şehir. Onun için buradaki gösterimleri ayrıca önemsiyorum.
“BU SÜREÇTE FİLM YAPMAK ÖNEMLİ”
Film Berlin’de İnsan Hakları Haftası kapsamında gösterilecek. Almanya’daki göçmenler olarak Türkiye’de insan haklarının geldiği durumu gözlemliyoruz. Bununla ilgili ne demek istersiniz, Türkiye’de insan hakları şu anda ne durumda sizce?
Bence dışardan gözüktüğü kadar kötü değil, ama içerden gözüktüğü kadar iyi de değil. Arada bir yerde, sınırda bir yerde gidiyor. Fakat insan hakları meselesi bugünün de meselesi değil. Çok uzun yılların birikmesi var. Haksızlıkların ve hukuksuzlukların kol gezdiği bir ülkede bir şekilde bunların mücadelesini veren bir avuç insanın mücadelesi üzerinden yürüyor. Oysa devlet mantığı yine her zamanki gibi insanların yaşamını zora sokacak bir sürü uygulamaları peş peşe getiriyor. Özellikle OHAL’den sonra. İfade özgürlüğü zaten çok iyi değildi, ama giderek iyice kısıtlandı. Fakat tamamen de umutsuz değilim. Hiç değilse bütün bu süreçte bir film yapabilmek, bu filmle insanları buluşturmak ve bu buluşma vesileyle bu konuları tartışabiliyor olmanın ayrıca önemli ve değerli olduğunu düşünüyorum. Onun için de sanatla ilgilenen genç arkadaşların, kısa filmciler, belgeselciler, uzun metrajcılar, bunların hepsinin bu perspektiften hala bu ülke için aslında önemli değerler olduğunu düşünüyorum. Fakat insan hakları, örneğin bizim filmde de değindiğimiz bir yaşam hakkı, bir çalışma hakkı, bir barınma hakkı, örneğin sağlık hakkı, bunların hepsinin kısıtlanmasından doğan bir hikaye bizimki. Onun için bizim film kapsamında özellikle insan hakları perspektifinden bakınca tartışacak çok şey var. Onun için de dediğim gibi ben esas olan şeyin bu tartışma ve bu birikimden gelen mücadele olduğunu düşünüyorum.
“KİLİT KELİME DAYANIŞMA”
Bu süreçte bir yandan da şunu görüyoruz: Türkiye’deki baskı ortamından kaynaklı Avrupa’ya, diasporaya gelen sanatçılar, yönetmenler, yazarlar, gazeteciler, akademisyenler, çok sayıda insan var. Bu toplulukla da ilişkilenme şansınız oldu mu? Diasporada olan insanlara neler önerirsiniz?
Her gelen insanın farklı bir hikayesi var. Ama özellikle son dönemde gelenlerin ortak bir hikayesi var ki, bir baskı sürecinden kaçış olarak insanlar kendi ülkesini terk ediyor. Gelenlerin çok büyük kısmının istemeyerek, zorunda kaldığı için geldiğini düşünüyorum aslında. Çünkü bu bir nevi bir ağacı kendi toprağından söküp bir başka yere dikmek gibi bir şey olmuş oluyor. Fakat benim burada tanıştığım insanların, yönetmenlerin, yazarların, özellikle barış akademisyenlerinin, burada bir şey yapmaya devam etmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Dayanışmak ve bir araya gelmek çok önemli. Bence buradaki kilit kelime dayanışma. Çünkü buraya geldiğinde, inşanlar birbirine tutunma ihtiyacı duyuyor. Hem siyasi faaliyetler üzerinden hem de dernekler üzerinden insanlar bir şekilde bir şeyler yapıyor. Sadece Berlin’de değil, Avrupa’nın birçok yerinde buna benzer bir şeyi görebiliyoruz. Ben, bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Ama tabii ki bir şekilde Türkiye’yle, anavatanla diyelim, bu bağları insanlar koparmıyor. Yani, haber olarak baktığın zaman, yine Türkiye’deki haberlerle daha fazla ilgileniyor. Zaten haber de çok ülkede, gündem de çok hareketli. Hiç diziye filme de gerek yok aslında. O da bizim şanssızlığımız diyelim. Ama biz yine de bu ülkenin yetiştirdiği insanlar olarak, değerleri olarak bir nevi, buradaki bir araya gelişleri çok daha artırmalıyız diye düşünüyorum.
Erkin ERDOĞAN/BERLİN
Filmin Künyesi:
Yönetmen: Kıvanç Sezer
Yapımcı: Soner Alper
Senarist: Kıvanç Sezer
Oyuncular: Menderes Samancılar, Musab Ekici, Kübra Kip, Tansel Öngel
Müzik: Bajar
Uzunluk: 101 dakika
Berlin’deki özel gösterim ve yönetmenle söyleşi tarihleri:
6 Aralık 2017, Çarşamba, 19:00 Eiszeit Kino
13 Aralık 2017, Çarşamba, 19:00 Eiszeit Kino
Yoruma kapalı.