Alevi Haber Ajansi

Aygül: Ben de kelebek fotoğrafçılığı yapmak isterdim ama 90’lı yıllardan daha kötü durumdayız-VİDEO

PİRHA-Bitlis Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sinan Aygül, yerelde çalışan gazetecilerin sorunlarını anlattı. Aygül, iktidarlar tarafından bölgede gazetecilere yönelik ciddi baskıların olduğunu belirterek, “1990’lı yıllardan daha kötü bir durumdayız. Baskı yine aynı baskı. Hiçbirimizin can güvenliği yok” dedi. Aygül ekledi: Ben de her şeyin güzel olduğu bir ortamda çiçek, böcek haberciliği yapmak isterdim. Kelebek fotoğrafçılığını da seviyorum ama ne yazık ki kelebek kovalamak bana nasip olmadı!

AKP-MHP iktidarının gazetecilere yönelik yoğun baskı ve saldırıları, adeta doksanlı yılların devamı niteliğini taşıyor. İfade ve düşünce özgürlüğüne yönelik saldırılar, gözaltı ve tutuklamaların yanı sıra gazetecilere yönelik şiddetle devam ediyor.

Basın çalışanlarına yönelik saldırılar adeta “komplo mantığı” ile sürdürülürken gazeteciler, gizli tanık beyanları ile “örgüt üyesi olmak” iddiasıyla cezaevlerinde tutulmaya devam ediliyor.

Tüm bunların yanı sıra siyasi aktörler tarafından da gazeteciler açık şekilde hedef haline getiriliyor. Tüm muhalif gazetecilerin iktidar tarafından ‘terörist’ yakıştırmasıyla kriminalize edildiği ülkede, basın mesleğinin bugününü Bitlis Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sinan Aygül ile konuştuk.

“ÖLÜMDEN BETER BİR DURUM SÖZ KONUSU”

PİRHA-Gazetecilik mesleği hiç olmadığı kadarıyla itibarsızlaştırıldı. Daha doğrusu bu iktidar süresince birçok meslek, hak etmediği yaklaşımı gördü. Ülkenin doğusundan baktığınızda basın tablosu nasıl görünüyor?

SİNAN AYGÜL: İktidarların, gazetecilik mesleğine yönelimi her zaman şu eksende olmuştur: Gazetecilik, kamuoyu adına iktidarların yetkilerini nasıl kullandıklarını denetleme görevidir. Gazeteci, kamuoyu adına otoriteleri denetler. Denetimden kaçanlar, yolsuzluk, hırsızlık yapanlar, baskı kuranlar, hak ihlali yapanların ilk susturmaya çalıştığı yer gazeteciliktir. Ne yaptıklarının bilinmesini istemezler. Bu da şundan kaynaklanır; iktidarlar yaptıkları yanlışların bilinmesini istemezler. Son 25 yılda evet bu ülkede çok ciddi sorunlar yaşandı. Basın özgürlüğü gerçek anlamda hiçbir zaman bu ülkede mevzu bahis olmadı ama son 20 yılda çok pervasız, pespaye bir şekilde oldu ne yazık ki. Tutuklu gazeteci sayısı ile dünya ortalamasının üstüne çıktık. Her zaman ilk beşlerdeyiz. Öldürülen gazeteci sayısı belki 90’lı yıllara göre fazla değil ama ölümden beter bir durum söz konusu.

Bu kadar ciddi baskı, ülke tarihinde görülmüş bir şey değil. Ne yazık ki bu sıkıntılı dönemin temel sebebi de iktidarların, halkla ilgili yaptığı işlerde haber verme görevini yerine getirmemesi, saklanması. Bu durum ülkenin batısında merkez medyada biraz daha belki görünür kılındığı için ön planda ama ülkenin doğusunda, taşrada bu sıkıntı çok daha fazla hissediliyor. Sadece devlet otoritesi değil, devlet dışı otoritelerin de çok ciddi baskıları var. Sonuçta kriminal düzeyi yüksek bir ülkedeyiz. Yolsuzluğun, hak ihlallerinin had safhada olduğu, hatta sıradanlaştığı bir ülkedeyiz. Hak ihlalleri ve yolsuzluk haberleri bu ülkede her zaman gazetecileri hedef haline getiriyor. Yoksa çiçek-böcek haberciliği hiçbir zaman bu ülkede sorun olmamıştır. Bu baskı zaman zaman yargı eliyle basının susturulması şeklinde olabilirken zaman zaman da canımıza kasteden, sokak ortasında öldürülmemize sebep olan yönelimlere kadar da gidebiliyor ama her halükarda çok ciddi bir baskı altındayız ne yazık ki!

“90’LARDAN DAHA KÖTÜ BİR DURUMDAYIZ”

-Doksanlı yıllarda Güneydoğuda gazeteci olmak ateşten gömlek giymek gibiydi. Hakikat ısrarı sürdükçe baskılar, gazeteci cinayetleri de arttı. Son 2 yılda özellikle Federe Kurdistan Bölgesi’nde gazeteci cinayetlerine şahit olduk. Bitlis ve civarında gazetecilere yönelik ne gibi saldırılar söz konusu?

Şiddet, dönemsel olarak şekil değiştiriyor. Belki koşullar olursa 90’lı yıllardan çok daha kötü bir hale de gelebilir. Çünkü otoriteler nezdinde insan hayatının bir önemi yok. Çünkü hesap soran bir otorite yok. Yaptıkları her şey yanlarına kar kalıyor. Sokak ortasında ya da işkencede bir gazeteci öldürseler ne yazık ki hesabı sorulamıyor. Örneğin Federe Kurdistan Bölgesi’nde geçtiğimiz günlerde arkadaşlarımız şehit edildi. Ne yazık ki bu ülkede ‘Basın Şehitleri’ geleneği var. Bir yıl önce ben de sokak ortasında saldırıya uğradım ve ölümden döndüm. 90’larda işkencehanelerde gizli kapaklı olurdu ancak benim başıma gelen olay sokak ortasında, polis nezaretinde bir işkenceydi. Ölümle sonuçlanmamış olması 90’lara dönmediğimiz anlamına gelmiyor. Hatta 90’lardan daha kötü bir durumdayız. Baskı yine aynı baskı. Hiçbirimizin can güvenliği yok.

“SON 6 YILDA TAKİP EDEBİLECEĞİMİZ BİR TOPLUMSAL OLAY DAHİ YOK”

-Batıda, toplumsal olaylarda emniyet güçleri açık şekilde şekilde basın mensuplarına zor kullanabiliyor. Basın mensuplarının yaptığı iş, kolluk tarafından gazetecilik olarak görülmüyor. Burada durum nasıl?

Ülkenin batısındaki toplumsal olaylarda gazeteci sayısının çok olması, oradaki atmosfer çok daha farklı kılıyor. Çünkü batıda bir toplumsal olayda gazetecinin bir şiddete maruz kalması buradaki şiddete göre çok sıradan bir durum aslında. Buralarda bir toplumsal olayın olabilmesi ihtimali zaten çok az. Son yıllarda bu tür eylemler zaten yasaklanıyor. Bir basın açıklaması, bir toplumsal olaya zaten müsaade edilmiyor. Evet bu yönde eylemler olduğunda arkadaşlarımız şiddete de maruz kalabiliyor, ekipmanları da kırılabiliyor ve basit gerekçelerle haklarında dava açılabiliyor. Ama ilginç olan şu; son 6 yılda burada takip edebileceğimiz bir toplumsal olay yok, çünkü yasaklanıyor. Basın açıklamalarının toplumsal eylemlerin tamamı kanunsuz bir şekilde yasaklanıyor.

“ARACINIZA KEYFİ OLARAK TRAFİK CEZASI DAHİ YAZILABİLİYOR”

-Yerelde gazetecilik faaliyetlerinin zorlukları var mı?

Merkezden uzak bir bölgede gazetecilik yapmak evet zordur. Yaşadığınız yer muhtemelen küçük bir yerdir ve haberinizin bütün aktörleri ile gün içerisinde yüz yüze gelme ihtimaliniz çok yüksektir. Polisi, askeri, iş adamı, mafyası, suç grupları, uyuşturucu satıcısı, tefecisi ile yani haber yaptınız konunun bütün öğeleri ile yüz yüzesiniz. Bu durum haliyle psikolojik bir baskı oluşturuyor. Uzun vadede ise otosansüre yol açıyor. Bir noktadan sonra yaşam alanınız daralıyor.

Bu sıkıntıyı özellikle ben ciddi anlamda yaşıyorum. Yolsuzluk haberini yaptığınız bir kurumun yöneticisi ya da iş adamı ile sokakta karşılaşabiliyorsunuz. Devlet otoritesinin hedefine girdiğiniz zaman zaten her şey çok sıkıntılı ve zor. Sokakta aracınıza keyfi olarak trafik cezası dahi yazılabiliyor. Buna maruz kalan arkadaşlarımız da var. Örneğin ben, gazeteciliğe İstanbul’da başladım ve uzun yıllar oralarda da çalıştım. Merkez medyada ya da taşrada olmak arasındaki farkı çok iyi biliyorum. Küçük bir yerde gazetecilik yapmak çok daha zor diyebiliriz.

“GENELDE BİR YAFTAYA MARUZ KALIYORUZ”

-Politik tartışmaların hiç eksilmediği bir ortamdasınız. Burası aynı zamanda kimlik mücadelesinin daima sürdüğü bir coğrafya. Örneğin yerel yönetimlerle ilgili olumsuz bir haber yazmanız durumunda size yansıması nasıl oluyor?

Eğer bir de politik görüşünüz varsa haliyle bir noktadan sonra taraf gibi görülmeye başlanıyorsunuz. Muhalifseniz iktidar tarafından zaten ‘terörist’ diye yaftalamıyorsunuz. Eğer muhalif değilseniz muhalefet tarafından bu sefer ‘yandaş’ diye yaftalanıyorsunuz. Bu durum hem muhalefetin hem iktidarın kullandığı bir yafta aslında. Bir gazetecinin de siyasi fikirleri olabilir ama genelde bir yaftaya maruz kalıyoruz. Örneğin yereldeki muhalif bir siyasi partinin iktidarı olsa bile eleştirdiğiniz zaman normalde merkez iktidar nasıl tepki gösteriyorsa aynı tepkiyi, hatta bazen daha da şiddetli tepkiye maruz kalıyorsunuz.

Muhalefet partileri iktidar olduğu zaman şöyle bir gerçekle yüzleşiyoruz; küçük iktidar alanlarında yanlışını eleştirdiğiniz anda o iktidarın bütün özelliklerini bir anda gösterebilip, ceberrutlaşıp, tehdit edebiliyorlar. Hangi siyasi parti olduğu çok da fark etmiyor aslında.

“REKLAM ALAN HİÇBİR KURULUŞ, GAZETECİLİK YAPAMIYOR”

-Bölgedeki mesleki örgütlülük bilinci ne durumda? Özellikle kadın gazeteciler ne oranda iş edinebiliyor?

Bu yönlü bilinç yok ne yazık ki. Bunun birkaç sebebi var. Gazeteciler arasında bir araya gelip örgütlenmek zor oluyor. Resmi reklam alan gazeteler ve alamayanlar söz konusu. Bu ayrım zaten ilk günden bu yana sorunlu. Örgütlenmenin önündeki en büyük engellerden birisi bu. Örneğin Basın İlan Kurumu’ndan reklam alan hiçbir kuruluş, gerçek anlamda gazetecilik yapamıyor. Çünkü Demokles’in kılıcı başlarında sallandırılıyor. Gazetecilik yapamadıkları gibi örgütlenme noktasında da problemler yaşıyorlar. Yayınları, ilanları kesilir kaygısı nedeniyle gerçek anlamda sivil toplum örgütü gibi hareket eden örgütlerin içerisinde yer almaktan çekiniyorlar. Ne yazık ki gazeteciler buralarda güvencesiz çalıştırılıyor, basın sigortası yatırılmadığı için birçok gazeteci, sendika üyesi de olamıyor. Ne yazık ki diğer iş kollarına kıyasla çok daha örgütsüz bir yapı söz konusu.

Kadın gazetecilerin ise ülkenin her yerinde çalışma koşulları ne yazık ki dezavantajlı. Buralarda kadınların gazetecilik yapması çok daha zor. Cemiyet olarak kadın gazeteci arkadaşlarımıza yönelik mesleki adaptasyon noktasında özel programlarımız mevcut. Ayrıca iş bulma noktasında özel olarak ilgilendiğimiz kadın arkadaşlarımız oluyor. Ama ne yazık ki kadınlar bölgede yine dezavantajlılar.

“KÜRT DİLİNE KARŞI BİR ALERJİ VAR”

-Bu bölge hep çatışmalarla anıldı. Bir gazeteci gözüyle, günümüz ortamını nasıl yorumluyorsun? Bir yumuşama hali söz konusu mu?

1980’li yıllardan bu yana devam eden bir çatışma ortamı var. Evet bazı dönemlerde sokakta bombaların patladığı bir atmosfer vardı. Zaman zaman artan, azalan bir çatışma durumu var. Evet bu aralar ortam sakin. Devlet erkinin kendini çok da geri çektiğini söyleyemeyiz ancak eskisi gibi çatışma hali yok.

Tabii sistemin asimilasyon politikası hiçbir zaman bitmez. Farklı argümanlarla bu devam ediyor. Mevcut durumu da iyi analiz etmek gerek. Evet şu an dilimiz yasak. Son dönemde Kürtçe şarkı söylenen düğünler dahi basılıyor. Belediyeler tarafından yerlere Kürtçe yazılan uyarılar dahi silindi. Yani Kürt diline karşı bir alerji var.

Üniversitede Kürdoloji bölümü var ve ben de bu bölümde yüksek lisans yapıyorum ama birçok noktada dilimiz yasak. Bir taraftan devlet televizyonu Kürtçe yayın yapıyor, diğer taraftan küçücük bir Kürtçe kelimeye dahi alerji gösteriliyor. Özetle şunu söyleyebilirim; devletin bu asimilasyon politikası da ne yazık ki laçkalaşmış artık. Evet bu durum bize ne yazık ki kaybettiriyor. Çocuğumu kendi ana dilimde yetiştirmek, okulda o dilde eğitim almasını istiyorum ama bunu ne yazık ki başaramıyoruz. Bu sorunumuz 100 yıldır devam ediyor ve bir yüzyıl daha böyle laçka bir şekilde gidecekmiş gibi görünüyor.

“RUH SAĞLIĞIMIZ YERİNDE DEĞİL”

-Bölgede büyük bir yoksulluk, moralsizlik hali mevcut. Bölgedeki gazeteciler olarak, pozitif haberler yapamama durumu sizde nasıl bir duyguya sebep oluyor?

Bizler açısından zaten herhangi bir olumlu psikolojiden bahsetmek mümkün değil. Ne yazık ki yaşadığımız olaylardan dolayı ruh sağlığımız zaten yerinde değil. Ülkenin koşulları çok kötü. Geçinemeyen insan sayısı çok fazla. Bunlardan dolayı travma yaşayan, intihar eden insanların haberlerini yapmak zorunda kalıyoruz. Bu durumlar bizim psikolojimizi zaten olumsuz etkiliyor. Ülkede çok büyük bir yoksulluk sorunu var. Bu yoksulluk belki bugün çok fazla hissedilmiyor ama gün geçtikçe de kötüye giden bir durum söz konusu. Tabii bu atmosferde her şey güllük gülistanlık gibi bir habercilik de yapılamaz. Bunu yapan meslek işgalcisi arkadaşlarımız elbette ki var ama bu da çok ciddi bir şekilde sırıtıyor. Küçük bir kitle, kaynakların tamamına yakınını sömürüyor, geriye kalan büyük bir kitle ise açlıkla boğuşuyor. Bizim yaptığımız, işte bu uçurumu azaltmaya, israfın, yolsuzluğun önüne geçmeye çalışmak. Küçük ya da büyük iktidarların da bu nedenlerle ne yazık ki hedefi oluyoruz.

“KELEBEK KOVALAMAK BANA NASİP OLMADI”

-Tümüyle demokratik bir ortam olsaydı ve ekonomik kriz bu denli yaşamın merkezinde yer almasaydı ne türde bir habercilik yapmak isterdin?

18 yıllık gazetecilik kariyerim var, ne yazık ki 18 yılın tamamı insan ve hayvan hakkı ihlalleri ile yolsuzluk haberleriyle geçti. İşkence, infaz haberlerimin yanı sıra hayvanlara dair de özel bir hassasiyetim var. Birden fazla alanda akademik eğitim aldım. Sağlık eğitimi de aldım. Örneğin çok iyi sağlık haberciliği yapabilirim. Bunun yanı sıra güvenlik bölümünü okudum, çok iyi bir güvenlik analisti olabilirdim. Bunların yanı sıra ekonomi okudum, iyi bir ekonomi habercisi olabilirdim. Uzun bir süre tiyatro da yaptım. Ancak bu atmosferde ne sanattan ne spordan ne de başka bir alandan ne yazık ki bahsedemiyorsunuz. Akademik eğitim aldığım alanlarda da habercilik yapmak isterdim ama olmuyor. Ben de her şeyin güzel olduğu bir ortamda çiçek, böcek haberciliği yapmak isterdim. Kelebek fotoğrafçılığını da seviyorum ama ne yazık ki kelebek kovalamak bana nasip olmadı. Keşke farklı bir dünyada yaşıyor olabilseydik ve devlet aktörleri ile muhalefetle sürekli bir çatışma ortamında olmasaydım. Keşke sürekli gözaltına alınma ya da sokak ortasında öldürülme riskiyle karşı karşıya kalmasaydım. Ama maalesef güzel olacağına dair bir umudum da yok.

Eren GÜVEN/BİTLİS

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak