Alevi Haber Ajansi

Avukat Aktar: 12 Eylül’den daha zorbacı bir anlayış egemen – VİDEO

PİRHA – 12 Eylül darbesinin 40. yılında konuşan Avukat Mehmet Emin Aktar, 2017’de yapılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemiyle 12 Eylül’ün yapmak istediği ama yapılamayan otoriter rejimin dizayn edildiği söyledi. 

Haberin Videosu

97 yıllık tarihinde darbeleri, darbe girişimlerini ve muhtıraları yaşayan Türkiye’de solcu, sosyalist, Kürt, Türk, sağcı, İslamcı, sanatçı fark etmeksizin siyasi yelpazenin tüm kesimleri 12 Eylül darbesinden etkilendi. Yoğun işkencelerin yaşandığı Türkiye’de 12 Eylül darbesinin 40. yılında siyasetçisinden yazarına sinemacısından sendikacına 12 Eylül’ü sorduk.

“DİYARBAKIR CEZAEVİ İÇİN YAZILAN HERŞEY EKSİK KALIR”

Diyarbakır Barosu eski başkanlarından Avukat Mehmet Emin Aktar 12 Eylül’e ilişkin değerlendirmede bulundu.

“Bütün darbeler, var olan hukuk düzeninin bütününün üzerine oturur, aslında onları yok sayar ve yeniden egemenlik kurar” diyen Aktar, 12 Eylül’de toplumun rızasıyla gelmiş bir yönetimin olmadığını söyledi. 12 Eylül’ün bölgede yasımasını aktaran Aktar, şunları kaydetti:

“Kürdistan’da yansıması nedir derseniz, burada Türkiye’nin genelinden farklı bir uygulama olduğu kesin. İstanbul’da, Ankara’da 45 gün ile sınırlı iken gözaltı süresi, burada 90 gün uygulandı. Diyarbakır Cezaevi pratiği dünyanın en kötü cezaevi arasında sayılıyor 5. Nolu Cezaevi. Buna ilişkin çok anlatım var, çok yazılan var ve yaşayan der ki her yazılan eksiktir. Her yazılan eksik yazılmıştır. Dil konusunda Kürtçe yasaklandı. Diyarbakır Cezaevi’ni anlatan bütün filmlerde, kitaplarda “Vatandaş Türkçe konuş, çok konuş” tabelasını görürsünüz. Bu Diyarbakır cezaevine girişteki tabeladır. Bu dönemin en belirgin noktalarından biri budur. Birçok kişi Türkçe bilmediği için yakınlarını cezaevinde ziyaret edemedi.

İşkence sadece sorguda, soruşturmada değil, Diyarbakır Cezaevinde de çok yoğun bir şekilde sürdü. Asıl Diyarbakır Cezaevindeki işkencenin yaşayanlar açısından gözaltında gördüğü işkenceden daha yoğun olduğu, daha korkunç olduğu söylenir. Böyle bir dönem… Toplumun bütünü üzerinde çok ağır bir travma açılmasına yol açan darbe, böyle bir korkunç baskıyla geldi.”

“12 EYLÜL’DE TOPLUM DİRENÇ GÖSTERİYORDU”

Aktar, 12 Eylül ile bugün arasındaki farkın o zamanın toplumunun daha dirençli olduğunu belirterek, “Toplum o dönem bir direnç gösteriyordu. Bir umut vardı, buna karşı bir direnme gücü gösterirse darbenin topluma uyguladığı baskının alt edilebileceğine ilişkin bir direnç oluşturdu ve bir süre sonra toplum kendi içinde olan bir motivasyonla buna karşı direndi. Bu aynı zamanda cezaevinde bulunanlar, cezaevinde yaşayanların direnmeleriyle de paralel olarak gelişti. Orada baskı ve işkence görenler ona karşı direnince bunun topluma da yansıması oldu. Toplum da buna karşı bir direnç gösterdi, moral motivasyon sağladı. Bu açıdan bu geriletildi” diye konuştu.

“12 EYLÜL’DE KÜRTÇE YASAL OLARAK YASAKLANDI”

12 Eylül’ün başlı başına başka bir hukuk sistemi yeni bir anayasa getirdiğini vurgulayan Aktar, bu anayasaya bağlı olarak her alanda yeni düzenlemeler getirdiğini belirtti.

12 Eylül’de 2932 sayılı yasayla Kürtçe’nin yasal olarak yasaklandığını kaydeden Aktar, şunları söyledi:

“Ama hepimiz biliyoruz ki Kürtlere ve Kürtçe’ye ilişkin yasaklar kendi isimleri anılarak yapılmıyor bunlar. Kendi isimleri anılmadan yapılıyor. Bu yasada da böyleydi. Denildi ki “Türkiye Cumhuriyeti devletinin tanıdığı devletlerin 1. Resmi dili dışında kalan dillerle fikir beyan etmek, yazı yazmak, konuşmak yasak…” diye getirildi. Neydi bu, niye 1. Resmi dil dışında? Irak’ta bir federal yapı oluşabileceği Kürtçe’nin bugün olduğu gibi 2. Resmi dil kabul edilebileceği ön görülerek bu yasa getirildi. Türkiye’nin tanıdığı ülkelerin 1 resmi dili dışında denildi. Bu yasa 1991 yılına kadar yürürlükte kaldı. Bu yasadan dolayı yayınlar yapılamadı, yayınların önüne geçildi, Kürtçe yayınlar yapılamadı, dergiler, gazeteler çıkarılamadı. Zaman zaman bu girişimler oldu ama bu engelle karşılaştılar. Kürtçe konuşma yasağı getirildi.

“TOTALİTER REJİME ZEMİN HAZIRLAYAN DÜZENLEMELER YAPILDI”

12 Eylül’ün bu dönemde topluma getirdiği en önemli miraslardan biri getirdiği anti-demokratik, baskıcı hukuk düzeni. İdari yargılama yasaları bu dönemde çıkarıldı. Yeni hukuk sistemi getirildi ve bu hukuk sisteminin tümünün merkezinde devleti daha güçlü kılan, yurttaş tarafında daha güçlü taraf haline getiren düzenlemelerdi bunlar. Bu da bütünüyle totaliter rejime imkan veren, zemin hazırlayan düzenlemelerdi. Hala yıllar içerisinde değişiklikler yapılmasına rağmen mesela mevcut 82 Anayasası onlarca değişikliğe rağmen bir türü o ruhu terk edemedi. Demokratik bir anayasa haline, demokratik hakları, temel hakları güvence altına alan bir anayasa haline getirilmedi. En 2017’de yapılan değişikliklerde de temelli bir geriye dönüş oldu, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemiyle de. Belki de 12 Eylül’ün yapmak istediğini ama yapamadığını gerçekleştirmiş oldu. Tamamen bir otoriter rejim dizaynı yapıldı bu düzenlemeyle.”

“İŞKENCE SORGULAMADA BİR YÖNTEM HALİNE GELDİ”

12 Eylül’ün getirdiği pratik idari açısından yargısal pratikte 90’lı yıllarda da sürdürüldüğünü belirten Mehmet Emin Aktar, işkencenin bir sorgulama yönetimine döndüğünü, işkencenin sadece suçu söyletmek için değil sorgulamada bir yöntem haline geldiğini söyledi.

Aktar,  2016’dan sonra yeniden geriye bir dönüşün olduğunun altını çizerek, şunları söyledi:

“Gözaltı sürelerinde yeniden uzatmaya gidildi. İşkence vakalarda bu dönemle 12 Eylül’ü karşılaştırdığımda 12 Eylül döneminde bir darbe hukuku vardı. Darbeciler toplum açısından şunu ifade ediyorlardı. Bizim rızamızla gelmediler ama bir süre sonra gidecekler deniliyordu. Şimdiki yönetim ‘ben seçimle geldim, seçimle giderim diyor. Bu dönemdeki uygulamalar bir süre sonra kalkacak gibi toplumda bir umudun yeşermesine imkân vermiyor. Bir sosyal medya paylaşımından birkaç saat içinde gözaltına alınma riski taşıyan bir toplumla karşı karşıyayız. Bu korkuyu toplumun her tarafına yaymaya çalışıyorlar. Belki bu dönemde farklı bir biçimde bir itaatsizlik geliştirilebilir. Sivil bir biçimde buna itiraz ederek daha çok insanın buna itiraz etmesi buna karşı koyması yoluyla bu bir ölçüde geriletilebilir. Ama şunu görmek lazım. Bu baskıcı rejimden kurtulmanın çok zaman alacağını düşünüyorum.”

“BU DÖNEM 12 EYLÜL’Ü TAKLİT EDEREK ÇOK DAHA KÖTÜ UYGULAMAYA ÇALIŞIYOR”

12 Eylül sonrası birçok insan ülkeyi terk ettiğini belirten Avukat Aktar, önemli bir ölçüde insanın da kamu görevinden ihraç edildiğinin altını çizdi. O günün bugünle benzerliğinin 15 Temmuz sonrası KHK ile ihraçların olduğunu belirten Aktar, “12 Eylül döneminde 1402 sayılı yasayla benzer bir durum var ama 12 Eylül ile bu dönemi karşılaştırdığımız zaman o dönemin çıkışında yargısal pratikler işlemeye başladı. Hiç olmazsa hukuksuzluk bir ölçüde yargı kararıyla giderildi ve ihraç edilen insanların önemli bir kısmı görevlerine döndüler. Hatta bunlar için o döneme ilişkin tazminatları da ödendi. Bu dönemde KHK’lilere ilişkin bir dava yoluna başvurma imkânı var ama bu kez OHAL Komisyonu diye bir komisyon kuruldu. OHAL Komisyonu’na başvuru zorunluluğu getirildi. 100 binlerce başvuru birikince de OHAL Komisyonu’ndan da karar çıkmaz oldu aslında, süreçler tıkanmaya başladı. O açıdan bakıldığında o denemi, 12 Eylül ile karşılaştırdığımda bu dönemin çok kötü biçimde 12 Eylül taklit eden ama daha zorbaca, daha kötücül bir zihniyetle 12 Eylül’ün yaptıklarını uygulamaya çalışan, topluma dayatan bir anlayışın egemen olduğunu söylemek mümkün.”

“GÖREVDEN ALMALAR SADECE KÜRTLERE YÖNELİK OLUYOR”

12 Eylül darbesi sonrası askeri yönetim tarafından belediyelere, yerel yönetimler ve belediye başkanları görevden alındığını kaydeden Aktar, 12 Eylül’de bunun bütün Türkiye için uygulandığını belirterek, 2016 sonrasında da başka bir pratiğin yaşandığını bu görevden almaların sadece Kürtlere dönük olduğunun altını çizdi.

Aktar, kayyım atamalarına ilişkin şunları söyledi:

“Bununla aynı zamanda topluma başka bir mesaj da sunuluyordu bunun üzerinden. Siz seçme hakkına sahip değilsiniz. Siz sağlıklı bir seçimi yapacak durumda değilsiniz. Toplumu iradesizleştirmek girişimidir aynı zamanda. Siz kendi yöneticinizi seçme hakkına sahip değilsiniz. Bu Kürtler açısından sadece seçilme değil, seçme hakkının da ihlal edilmesidir. Sonuçta kendi iradesiyle seçtiği yöneticiyi görevden aldığınızda, bir daha seçilip bir daha aldığınızda bu aslında “sen doğru seçimde bulunmuyorsun, senin yerine ben seçimde bulunuyorum” dediğinizde aynı zamanda seçme hakkını da ortadan kaldırıyorsunuz. Bu dönemin belki de en vahim şeyi 12 Eylül, 82 Anayasası referandumu ve sonrasında 1983 seçimleriyle birlikte aslında yönetim, dizayn ettiği yeni sisteme göre yeni aktörleri sahaya sürdü ve yeni partilerle sistem işlemeye, yürümeye başladı. Bu dönemde bir darbe olmadığı, darbe girişimi olduğu söyleniyor ama darbeden sonra yaşananlar açısından baktığımızda çok daha kötücül bir uygulamayla karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz. 4 yıl geçmesine rağmen Diyarbakır’da biz seçilmiş bir belediye başkanının yönetimine sahip değiliz. Böyle bir tutum var. Bunu şöylede söyleyebilirim. Bir partiye mensup olmak meselesi üzerinden söyleyebilirler, HDP’li veya önceki dönem DBP’li belediye başkanlarına yönelik bir tutum olduğu söylenebilir. Yoksa başka partilerden Kürtler yine sonuçta seçiyor ama o belediye başkanlarını görevden almıyoruz, yerine kayyım tayin etmiyoruz diyorlar. Ama bu partilerin belirgin özelliği Kürt meselesi ve Kürtlerin haklarını daha çok talep etmeleri ve daha çok gündeme getirmeleri. Kürtlerin kendi haklarının taleplerini öne süren kişileri yönetime getirmelerine devlet iktidarının karşı çıkması, buna karşı tutum alması ve Kürtlere “sen kendi kimliğinle kendini yönetemezsin” demesidir aynı zamanda. Bu dönemde yaşadığımız en vahim şeylerden biri bu. 12 Eylül döneminde de bunlar yaşanıyordu ama 12 Eylül döneminde bu sadece Diyarbakır’a özgü değildi. İstanbul’da belediye başkanı görevden alınıyordu ama bu dönemde sadece Kürtlerin bulunduğu yerlerde kendi seçtikleri belediye başkanları yerine o yerin valileri, ilçe kaymakamları kayyım olarak atanıyor. Bu nedenle bir yerel yönetimden değil, merkezileştirilmiş, tek elden tek merkezden bir yönetimden söz etmek mümkün.”

“HUKUK İKTİDARIN ARZULARI DOĞRULTUSUNDA İŞLİYOR”

Türkiye’de bir grup baskı uygulayarak kendi hukukunu kurmaya başladığına dikkat çeken Avukat Mehmet Emin Aktar, “Hukuki metinler ile pratiğin birbiriyle son derece çelişik olduğu ve dönemsel olarak iktidarların kendi arzularını ve o döneme ilişkin konjüktürel bakışlarına göre uygulamanın değiştiğini görüyoruz. Bundan kurtulmak gerekiyor. Herkesin, her yurttaşın önceden belirlenmiş hukuk kurallarının kendisi açısından da haklarını güvence altına alındığını ve ihlal durumunda da başvurabileceği bir yargısal mekanizmanın işler halde olduğunu bilmesi gerekiyor” dedi.

Akar, “Bu dönem en sıkıntılı alanlardan biri de yargı mekanizmasının artık işlemiyor olması. İktidarın arzuları doğrultusunda işliyor olması. En vahim olaylarda bile iktidar sözcülerinin herhangi bir işareti veya bir çağrısı, herhangi bir söylemi üzerine yargısal mercilerin, mahkemelerin farklı kararlar ve tutumlar aldığını görüyoruz ne yazık ki. Bundan kurtulmak gerekiyor” diye konuşmasını tamamladı.

PİRHA/DİYARBAKIR

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak