PİRHA- Avukat Doğan Erkan, yeni çıkan ‘OHAL ile Kalıcılaşan Düşman Ceza Hukuku Rejimi ve Alternatif Bir Kuram Denemesi: Performatif Hukuk’ adlı kitabına ilişkin değerlendirme yaparak; “Hukuksuzluk hukuk haline geldi. Her türlü hak arama eylemi bugün ‘terör’ olarak nitelendirilebiliyor. Bu iktidarın önümüze hukuk diye koyduğu yasaları yıkmaya talip olmamız gerekir” dedi.
Avukat Doğan Erkan’ın Ekin yayıncılıktan çıkan ‘OHAL ile Kalıcılaşan Düşman Ceza Hukuku Rejimi ve Alternatif Bir Kuram Denemesi: Performatif Hukuk’ adlı kitabı hukukçu Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu’nun sunumuyla raflardaki yerini aldı.
Avukat Doğan Erkan yeni çıkan kitabına ilişkin PİRHA’ya konuşarak, tüm dünyada devletlerin güvenlikçi politikalara yöneldiğini ve yaşanan bu durumun Türkiye’ye de yansıdığını belirterek maruz kalınan hukuksuzlukların bu politikaların bir sonucu olduğunu kaydetti.
Türkiye’de “düşman ceza hukuku” uygulamasının 2017’de ilan edilen OHAL ile birlikte kalıcılaştığını da vurgulayan Erkan, siyasal iktidarın istikrarına yönelen her şeyin ‘terör’ olarak nitelendirildiğini ve yaşanan hukuksuzluklar karşısında sürekli yeniden hukuk normu üretecek bir sistem kurulması gerektiğini anlattı.
“OHAL İLE BİRLİKTE YURTTAŞLARA VERİLEN BİRÇOK HAK GASP EDİLDİ”
17 yıldır ceza hukuku üzerine çalışan toplumcu bir avukat olduğunu ifade eden Erkan, kitabının yazılış aşaması ile ilgili şunları dile getirdi:
“Bu konuda eğitimler de veriyorum. Aynı zamanda ceza hukuku felsefesi de çalışıyorum. OHAL ile birlikte Türkiye’de ceza hukukunun başka bir yere gittiğini gözlemledim. Aslında ben 2016 yılında Kürt illerindeki sokağa çıkma yasaklarını ve bölgede ilan edilen OHAL’i inceliyordum. OHAL kanununun hem dünyadaki hem de Türkiye’deki uygulanış biçimlerini inceliyordum. Daha sonrasında 15 Temmuz’la birlikte Türkiye genelinde OHAL ilan edildi. OHAL’i incelerken OHAL’in ortasına düşmüş oldum. Sonrasında OHAL’de yaşanan hukuki süreci, ceza hukukunu gözlemledim. Hem idari hem insan hakları hem de anayasa hukuku bakımından incelemelerde bulundum. OHAL sürecinde çıkarılan KHK’ları inceledim ve birçok açıdan ceza hukukuna aykırı uygulamalar tespit ettim. Hükümet, OHAL ile birlikte mevcut yasaları değiştirip yerine farklı uygulamalar yerleştirdi. Özellikle de ceza hukukunda anayasal suçlar ve terör suçları konusunda yurttaşlara verilmiş olan birçok hakkın gasp edildiğini ve budandığını tespit ettim. OHAL’den önce de güvenlikçi denilen politikalara doğru bir gidişat vardı zaten. İç güvenlik paketi çıkarılmıştı. OHAL ile birlikte bu durum hem nitelik hem nicelik olarak başka bir yere doğru gitti. Hukuksuzluk hukuk haline geldi.”
“SİYASAL İKTİDARIN İSTİKRARINA YÖNELEN HER EYLEM ‘TERÖR EYLEMİ’ OLARAK GÖRÜLÜYOR”
“Düşman ceza hukuku” denilen kavramın bir “hukuksuzluk hukuku” olduğunu vurgulayan Erkan, sözlerine şu şekilde devam etti:
“İktidarlar düşman ceza hukukunda şunu diyorlar; yurttaşlarıma uyguladığım hukukla düşmanlarıma uyguladığım hukuk aynı değildir. Bu çok açık bir şekilde ilk defa Nazizm döneminde öneriliyor ve ifade ediliyor. Devletin varlığını tehdit ettiklerini iddia ettikleri herkesi ‘terörist’ olarak görüyorlar. Buradaki terör tanımı da nedir dersek, şuna indirgenmiş durumdadır; bugün siyasal iktidarın istikrarına tehlike oluşturabilecek her şey ‘terör’ olarak tanımlanmaktadır. Emperyalist devletler 11 Eylül ve sonrasında daha doğrusu 2000 ve sonrasında El Kaide ve IŞİD saldırılarının ardından güvenlikçi politikalara ve hukuka yönelmişlerdir. Dünyada artık buna göre şekillenmeye başlamıştır. Dünyada yaşanan bu durum Türkiye’ye de yansımıştır. Türkiye’de yaşanan hukuksuzluklar veya şu anki hukuk sistemi bunun bir yansıması, bir tezahürüdür diyebiliriz. Bu anlayış ikili hukuk öneriyor; muhalif olanları ‘terörist’ olarak nitelendiriyor ve onlara ayrı bir hukuk uyguluyor, yurttaş olarak nitelendirdiklerine ise ayrı bir hukuk uyguluyor ve bu durumu da meşru görüyor. Siyasal iktidarın istikrarına yönelen her şey ‘terör’ olarak nitelendiriliyor ve bu kavram içerisinde değerlendiriliyor. Silahla veya herhangi bir şiddet ve cebir ile yıkmaya, çalışmaya gerek yok artık, siyasal iktidarın istikrarına yönelen her eylem ‘terör eylemi’dir. Türkiye’de bu uygulama açıktan söylenmiyor ama yargı pratiği böyle işliyor. Kadınlar eylem yapıyor, terörden soruşturma açılıyor. Boğaziçi Üniversiteli öğrenciler eylem yapıyor, terörden soruşturma açılıyor. İşçiler hakkını istiyor, terörden soruşturma açılıyor. Gazeteciler haber yapıyor, terörden soruşturma açılıyor. Bunları her gün yaşıyor, tanık oluyoruz.”
“İKTİDAR, YARGIYI KENDİ EMELLERİ DOĞRULTUSUNDA ÇALIŞAN MEKANİZMA HALİNE GETİRDİ”
AKP iktidarının yıllar içerisinde ceza hukuku konusunu ve yargı sistemini farklı bir yere götürdüğünü belirten Erkan; “Tanık olduğum olaylar ve durumlar üzerinden bugün gelinen noktayı anlattım kitabımda. Bugün itibarıyla siyasal iktidar yargıyı kendi emelleri doğrultusunda çalışan bir mekanizma haline getirdi. Siyasal iktidarın istemediği bir karar veren hakim direkt başka bir yere sürgün edilebiliyor, haklarında soruşturma açılabiliyor. En çok bu tür baskılara tanık oluyoruz. Böyle bir durumu Cumhuriyet tarihi boyunca görmemiştik. Bu durumu yargı da içselleştirmiş durumda. Doğrudan bir emir gelmesine gerek yok. Hakim ve savcılar kendilerini siyasal iktidarın hukukunun kurucusu olarak görüyorlar ve o doğrultuda kararlar veriyorlar. Düşman ceza hukuku uygulanmaya karar verildiği noktada yargı, siyasal iktidarın verdiği emirle veya baskı altında olduğu için içsel bir emirle böyle hareket ediyor. Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Selçuk Kozağaçlı, Türk Tabipler Birliği davası, Gezi davası gibi birçok davada bu uygulamalara açıkça tanık olduk” açıklamasını yaptı.
“SİYASİ DAVALARDA DÜŞMAN CEZA HUKUKU UYGULANIYOR”
AİHM kararlarının da tanınmadığına işaret eden Avukat Doğan Erkan, sözlerine şu cümlelerle devam etti:
“Siyasal iktidar şunu diyor; ‘Ya bendensin ya düşmanımsın.’ Yeni dünya düzeninin hukuku da bu zihniyet ile oluşturulmaya çalışılmaktadır. Devletler, kendi politikalarını eleştiren bir düşünceyi direkt terör propagandası, terör yanlısı olarak ilişkilendiriyor ve yargı aşamasında düşman ceza hukuku uyguluyor. AİHM kararlarının uygulanmaması gibi bir durum söz konusu olamaz oysaki. Çünkü Türkiye bu sözleşmeye imza atmış olan bir devlet. Bunu uygulamıyorum diyemez. Üstelik Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni kuran kurucu üye ülkeler arasında olmasına rağmen bu kararları tanımadığını söylüyor. Yasalarımızda çok açık AİHM kararlarına uymak zorundayız. Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi kararları da uygulanmak zorundadır. Yerel mahkeme ben bunu tanımıyorum diyemez. Düşman ceza hukukunun uygulandığı davalarda bu yasa çok açık bir şekilde çiğneniyor, yok sayılıyor. AİHM’de Türkiye’ye kararların uygulanması için yeteri kadar baskı yapmıyor çünkü artık onlarda da güvenlikçi politikalar ve yasalar düşüncesi hakim.”
“DEMOKRATİKLEŞME İÇİN TEK ADAM SİSTEMİNİN DEĞİŞMESİ GEREKİYOR”
“Türkiye’de artık hukuk yok’ diyen Erkan sözlerini şöyle sürdürdü:
“Hukukta yozlaşma dersem eksik kalır. Türkiye’de yargı yok bugün. Özellikle mevcut HSK yapılanması ile birlikte artık yargıda siyasetin doğrudan etkisi ve memurları var. Hukuka uygun karar verebilecek hakim, savcı çok çok az. Tek istisna Yargıçlar Sendikası var. Onlar da sürekli baskılarla karşılaşıyorlar. Bir de Yar-Sav vardı. FETÖ bahanesi ile kapatıldı. Biz, hukukçuların siyasal iktidara karşı hukuku uygulamalarını istiyoruz. Yargının düzeltilmesi için olması gereken temel şey Cumhurbaşkanlığı sisteminin değişmesidir. HSK lağvedilmelidir, kapatılmalıdır. Demokratikleşme için tek adam sisteminin, rejiminin değişmesi gerekiyor. Önceki parlamenter sistemde çok demokratik değildi ama en azından bir denge fren mekanizması vardı. Kısmen de olsa denetlenebiliyordu kurumlar. Bugün HSK’nın üyelerinin bir kısmını Cumhurbaşkanı atıyor. Kalan kısmını da Meclis seçiyor. Biraz da yüksek yargı belirliyor. Meclis çoğunluğu da Cumhurbaşkanının dahil olduğu siyasal parti olduğu için yargıyı direkt siyasal iktidara bağlamış oluyorsunuz. Bu sistemin kesinlikle değişmesi gerekiyor. Yetmez ama evet diyerek bir referandum yaptılar. Orası bir kırılma noktasıydı. En büyük amaçları HSK’nın yapısını değiştirmekti ve bunu yaptılar.”
“SÜREKLİ YENİDEN HUKUK NORMU ÜRETECEK BİR SİSTEM KURULMALIDIR”
Yargı sisteminde yaşanan bozulmanın 2010 yılında yapılan referandumla başladığını ve sonrasında OHAL ile birlikte tamamen bozulduğunu söyleyen Erkan son olarak şunları aktardı:
“HSK’nın yapısının tamamen değiştirilmesi gerekiyor. Hakim ve savcılar üzerindeki baskıların tamamen kaldırılması gerekiyor. Hakim ve savcılara teminat verilmesi gerekiyor, özellikle coğrafi teminat verilmesi gerekiyor. Bir hakim ya da savcı, ‘Böyle karar verirsem başıma bir şey gelir mi?’ diye düşünmemeli. İlaveten de bir bağımsız hakim ve savcı meslek örgütünün kurulması gerekiyor. Düşman ceza hukukuna karşı performatif hukuk diye bir şey öneriyorum ben kitabımda. Egemenlerin, iktidarın hukuku düşman ceza hukuku. Peki biz ne yapacağız bunun karşısında? Sürekli yeniden hukuk normu üretecek bir sistem kurulmalıdır. Sosyal bilimlerin bir kavramıdır bu, hukuksal değil aslında. Sürekli yeniden inşa etmek demek. Ben bugün bu iktidarın önümüze hukuk diye koyduğu yasaları yıkmaya talip olmamız gerektiğini savunuyorum. Yıkıp yeniden normlar kurmalıyız. Toplumsal muhalefetin önünü açan normlar gerekiyor. İnsan hakları normlarına dayalı normlar yapılmalı, üretilmeli. Hukuk bugün egemenlerin tankı, topu, tüfeği olmuş durumda. İçinde ezilenlerin haklarını ve mücadele olanaklarını tanıyan normlar da var. Bu haklardan asla vazgeçmeyeceğiz ve karşılarına bu normlarla çıkacağız.”
Melis CİDDİOĞLU/ANKARA
Yoruma kapalı.