PİRHA- Aleviliğini gizleyen, baskı nedeniyle camiye gitmek zorunda kalan üniversite öğrencisi Gamze Çelik, Alevilere yönelik asimilasyon politikalarının yansımasını ‘Kader Birdir’ ile ekranlara taşıdı.
Haberin Videosu
Malatya’nın Pütürge ilçesine bağlı Zarato Köyü’nde yaşayan Gamze Çelik, Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde Mimarlık bölümü okuyor. Henüz 11 yaşındayken okulda arkadaşları tarafından Alevi olduğu için darp edilen Çelik, toplum baskısı nedeniyle küçükken camide Kuran kurslarına gitmek zorunda kaldı. Ta ki 2007 yılında köyüne cemevi yapılıncaya kadar.
Gamze Çelik, 1974 yılında yapılan cami nedeniyle dedelerin taliplerine küstüğünü ve 30 yıl boyunca cemin yürütülmediği Zarato’da yaşananları beyaz perdeye aktardı. İlk gösterimi bu köyde yapılan belgesel, Trabzon Sanat Evi’nde de izleyicileri ile buluştu.
Gamze Çelik, köyde yaşayan herkes gibi kendisinin de maruz kaldığı toplum baskısını, cami-cemevi ikilemini anlattığı “Kader Birdir” isimli belgeseline ilişkin PİRHA’ya konuştu.
Malatya’da yaşayan Alevilerin sorunlarını anlatan ‘Kader Birdir’ adlı bir belgesel çektiniz. Bu belgeseli çekme fikri nasıl oluştu?
Sinemaya sürekli bir ilgim vardı. Üniversitede Binbir İnsan Hakları Belgesel Yapım Atölyesi yapıldı. Bir haftalık sıkı bir eğitim verildi. O sırada dedim ‘Madem ilgim var sinemaya, bu atölyeye gideyim.’ Gittim. Orada senaryo falan yazdık. O senaryolardan iki tanesi seçildi ve bize Belgesel Sinemacılar Birliği ekipman desteği sağladı. Zaten fon olarak da Avrupa Birliği finanse ediyordu. Derdim vardı, fırsat bu fırsat ele alalım bu konuyu dedim.
Filmin konusu neydi?
Asimilasyondu. Bu asimilasyonu, toplum baskısını birebir ben de yaşadım. İlkokulda Alevi olduğum için arkadaşlarım tarafından darp edildim, dışlandım. Ondan dolayı bir derdim vardı. İçten içe Alevilik üzerine çalışmalarımız falan vardı. Kendimiz araştırıyorduk, bakıyorduk. Üniversiteye başlayınca daha böyle bir duyarlılık artıyor. Daha fazla şeyle karşılaşıyoruz. Ben üniversite döneminde Yılmaz Güney ile çok fazla zaman geçirdim. Okudum. İnsanların sorunlarını, onların haklarının ellerinden alınması gibi sorunları ele alıyordu filmlerinde. Ondan dolayı aşırı bir hayranlık vardı.
“YERELDEKİ PROBLEMLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARMAMIZ GEREKİYOR”
Filmde neyi amaçladınız?
Madımak, Çorum Katliamı, Yavuz Sultan Selim’in yaptığı katliamlar gibi büyük çaplı katliamları ele alan belgeseller vardı zaten. Ama benim bu filmi yapmaktaki asıl amacım yerelde de bu tip sorunların, saldırıların, kıyımların da ciddi anlamda olduğunu göstermek. İnsanlar genelde; ‘Ya onlar eskidendi.’ ‘Böyle bir şey yok.’ diyor. Onlar eskiden değil. Ben kendim de o dışlanmayı yaşadığım için dedim ki ‘Yereldeki problemleri bizim gün yüzüne çıkarmamız gerekiyor.’ Araştırdık baktık böyle bir belgesel veya film yoktu Alevilik üzerine. Bundan dolayı böyle bir şey yaptım.
Siz de orada doğdunuz, büyüdünüz, yaşadınız. Oranın demografik yapısını biraz anlatabilir misiniz?
Şu anda köyün nüfusu 200 civarında. Köydeki insanlar ticaretle uğraşıyorlar. Ekiyorlar, biçiyorlar bunu satmak zorundalar ki köy kalkınsın. Satmak için o insanlarla ilişki kurmak zorundalar. Onlar da bunlar Alevi diye ilişki kurmuyorlardı, dışlıyorlardı. Bir şekilde kalkınma problemi söz konusuydu. Kendilerini iyi bir şekilde kalkındırabilselerdi onlara yanaşma çabası da iyi görünme çabası da olmayacaktı belki. Toplumun böyle baskısı vardı. Eskiden saldırılar da olmuş. Günümüzde de bu dışlanma daha çok gün yüzünde.
Bundan sonra mı köye cami yapma fikri ortaya çıkıyor?
1960 yılından sonra insanlar köyde artık yapamıyorlar. İstanbul’a göç etmeye başlıyorlar. Orada da herkes Sünni, her yerde cami var. Oruç tutuyor millet Ramazan ayında, o tutmuyor. ‘Sen niye tutmuyorsun?’ diyorlar. Bu sefer onu dışlıyorlar, belki iş vermiyorlar. Ne oluyor bir şekilde doğru gelmeye başlıyor. Teknoloji o zaman hat safhada değil. İnsanlar araştırıp öğrenemiyorlar. Herkeste bir geçim derdi var. En büyük problem zaten bu. Onlar ne yapıyorlar köye geliyorlar, diyorlar ‘Şehirde böyle, biz cami yapmalıyız.’ Bir de İstanbul’dan gelenler şehir görmüşler, sözü geçiyor köyde. Onlar da insanlar üzerinde biraz hüküm kuruyorlar bence.
“DEDENİN DE KABAHATİ VAR”
Bunlar olduğu için de camiyi kendi yapmış köylü. Camiyi yaptıktan sonra da çevrenin de baskısıyla bazıları inançlarının yanlış olduğunu düşünüyorlar. Çünkü onların hocası var, onlara anlatıyor, arkalarında inanılmaz bir kitle var. Hükümet onlardan. Çok güçlü hissediyorlar kendilerini. Ondan dolayı da bir meydan var. Meydan boş onlara, istedikleri şekilde davranabiliyorlar. Ama Alevilerde bu pek yok. Niye? Çünkü sadece iki tane köy Alevi. Ne yapabilirler ki? ‘Alevilik inancı bizce yanlış, doğru değil. Camiye gitmek gerekir’ düşüncesine sahip insanlar var. Böyle böyle insanların çoğu camiye gidiyorlar. Camiye gittikten sonra dede gelmiyor köye. ‘Siz camiye gidiyorsunuz’ diyor, ‘Siz benim taliplerimsiniz oraya gidiyorsunuz.’ Böyle bir dargınlık oluşuyor. Burada dedenin de kabahati var. Üzerine gitmesi gerekirdi durumun. Ondan sonra köyün neredeyse hepsi artık camiye gitmeye başlıyor.
Peki cemevi ne zaman kuruluyor?
2007 yılında köydeki sağlık evini muhtar cemevi olarak işlevlendirdi. Annesinden babasından Alevi inancını, ehlibeyt sevgisini biraz daha fazla alan insanlar ‘‘Artık bizim ibadethanemiz burada biz oraya gidelim’ diyerek cemevine gittiler. Ama bu arada camiye gidenler de var. Sonra dedeler geldi. Bir ara yoğunlaştılar insanları oraya tekrardan toplamak için. Ama yarı yarıya kaldı.
“DAHA DİŞLİ HOCALAR GELMEYE BAŞLADI”
Köyde cami hocası var mı?
Köyde cami hiç boş bırakılmaz. Maksimum 10 gün sonra mutlaka başka bir tanesi gelir. Mesela biz küçükken hoca bütün kapıları çalardı ‘Camiye gelin’ diye davet ederdi. Hatta önceden hocalar geliyorlardı bizdeki o samimiyeti gördükten sonra Alevilere olan bakış açıları değişiyordu. Seviyorlardı o inancı, düşünceleri. Ondan sonra hocaların ailesiyle aralarında problemler çıkıyordu. ‘Sen oraya gittin bozuldun.’ Ondan sonra hoca gidiyordu. Çok fazla hoca değiştiriyordu bizim köy. Biz aslında en başta kendimize katıyorduk gibi bir şey. Ekstra böyle bir çaba yoktu tabi ki de kendiliğinden olan bir şeydi. Daha sonra daha dişli hocalar gelmeye başladı camiye. Ondan sonra biz hepimiz Kur’an kurslarına gittik. Hocalar geliyorlardı diyorlardı ‘Doğrusu bu.’
“AMAN SAKIN ALEVİ OLDUĞUNUZU SÖYLEMEYİN”
Hocalar Kuranı öğretmek adı altında başka şeyler yürütüyorlardı. Alevilikten hiç bahsetmezlerdi. Bize kendi kültürümüzü anlatmazlardı. Zaten annelerimiz babalarımız ‘Aman sakın okulda söyleme Alevi olduğunu’ diyorlardı. Niye, çünkü problem. Diyorduk ‘Anne Alevi olmak kötü bir şey mi?’ ‘Yok ama onlar bizi sevmiyorlar’ diyordu. Ondan dolayı hocalar da geliyordu ‘Doğru budur. Gelin bari hiçbir şey yapamıyorsanız çocukları Kuran’a gönderin’ diyerek böyle ekstra bir baskı kuruyorlardı. Gidiyorduk. Beş vakit namaz kılıyorduk, oruç tutuyorduk, Arapça okuyorduk falan. Kuran kursu adı altında bizi Aleviliğe karşı da çok soğuttular. Çünkü bize o empoze edilmiş. Hakikaten Sünni bireyler gibi yetiştik.
1974’ten cemevinin yapıldığı 2007 yılına kadar olan arada yetişen jenerasyonun Aleviliğe bakışı nasıl?
O jenerasyon tam benim annemlerin yaşıtları. Dayım filmde de diyor ‘Ben 36 yaşındayım bu yaşıma kadar hiç cem görmedim.’ Sadece benim anneannem çok itikatlı bir insanmış, anlatırmış onlara. Ama ibadetlere dayalı böyle genel inancın içeriği hakkında pek bir fikirleri yok açıkçası. Bir de hep bir korku var. 1974 yılında cami yapıldıktan 2007 yılına kadar köyde hiç cem yapılmamış. Cem yapılmayınca oradaki insanlar cemi göremiyorlar, hep camiyi görüyorlar. Köydeki insanlarda hep bir geçim derdi hayatta kalma mücadelesi var. Durum böyle olunca annemin yaşıtlarından Aleviliği reddedip camiye gidenler de var, annem gibi dayım gibi annesinden babasından gelen ehlibeyt sevgisiyle cemevine giden insanlar da var.
“ORASINI KARIŞTIRMA”
Belgeselde konuşturduğunuz insanlarda hala bir tedirginlik var mı? Nasıl karşıladılar bu belgeseli yaparken böyle bir konunun açılmasını?
Konuşmacıları seçerken kim daha bilgilidir onu ele alarak hareket ettik. Yaşlılar bize anlatıyorlar işte ‘Eskiden böyle oldu, şöyle oldu’ diye. Onlar da zaten anlatacak birilerini arıyorlar. Neler neler vardı belgeselde konu edinemediğimiz. Diyorlardı ki ‘Orasını karıştırma. Onlar çok kötü. Durumlar bozulur, sıkıntı olur. Şimdi siz bunu televizyonda göstereceksiniz de hani zar zor çevre köylerle ilişkiyi düzelttik. Ya şimdi bozulursa. Pek fazla yayınlamayın, ne yapacaksınız.’ Böyle tedirginlikleri vardı.
Hala kimliklerini saklıyorlar mı?
Herkes biliyor köyün Alevi olduğunu. Ama konuşma geçtiği zaman diyorlar ki ‘Hepimiz Müslümanız.’ Bir Alevilik Sünnilik muhabbeti pek geçmiyor sanırım. Çünkü insanlar onu yaşamışlar, geçmiş.
Belgeselin adı neden ‘Kader Birdir’?
Belgeselin çekimlerini yapmadan bir sene önce köyde çok yaşlı, elden ayaktan düşmüş, zar zor konuşan insanlar vardı. Ağabeyim de telefonla kayıt almıştı köyümüzün tarihi hakkında bilgi almak için. Konuşmacılardan Hacı Parlak ile yaptığı bir konuşmada şöyle demişti: Herkesin gideceği yer aynı. Ne Alevisi, ne Sünnisi. Kader birdir. Yani en sonunda hepimizin gideceği yer orası. Kader birdir iki midir? Birdir yani.’
Oradan kader birdir lafını sevdik. Ondan sonra belgeselde Mehmet Kasırga vardı, o adamda konuşmasının sonunda denk geldi dedi ki ‘Dünyada her şey yalan. Bir gerçek varsa o da ölümdür. Ölüm de gerçekten hepimizin kapısında mevcuttur.’ Biz de sonuna Kader Birdir dedik. Yani biraz sonuç gibi bir şey oldu.
Bunların aslında gereksizliğini orada vurgulamak istedik. Kader birdir hepimizin gideceği yer belli. Hepimiz öleceğiz, hepimiz aynı yere gideceğiz. Bunların gereği yok düşüncesi vardı. Belgeselin adı ondan dolayı öyle oldu.
Belgeseli çekerken sizi en çok ne etkiledi?
Zaten içinde yaşadığımız için ekstra çok şaşırdığımız bir şey olmadı açıkçası. Genel itibariyle çok samimi bir film çekmeye çalıştık aslında. Kurgusunu yaparken de diyelim Hacı Güngör konuşuyor ardından dayım lafını kapatıyor sanki. Bir masanın etrafında bir muhabbet dönüyormuş havası yaratmaya çalıştım kurguda. Çünkü bizim çekimlerimiz o şekilde yürüdü, çok samimi ilerledi.
Yeni projeleriniz olacak mı? Olacaksa yine Alevilikle mi ilgili olacak?
Yine toplumların sorunları hakkında belgeseller çekmeyi düşünüyorum açıkçası. Ama şu bir iki sene içerisinde değil, biraz daha sonrasında. Sinematografik bilgimi daha da ilerleterek daha iyi işler çıkartma düşüncem var. 12 hizmetler var. Bizim ailemizin hizmeti peyik hizmeti. Peyik hizmetinin üzerine Anadolu’nun çeşitli yerlerinde o peyik hizmetlerinin hikayelerini belki ele alabilirim temel olarak.
Filmin gösterimleri nerelerde oldu? Galasını nerede yaptınız?
Filmin galasını köyde yapmıştık bu yaz. Köylülerin hepsini topladık böyle açık hava sineması gibi oldu.
“BİZİM DERDİMİZE TERCÜMAN OLDUN”
Tepkiler nasıl oldu?
Dayım, babam falan şey diyorlardı; ‘Gamze çok emek verdin hevesleniyorsun ama köylüler film gibi bir şeye alışık değil. İzlemeye kimse gelmez. Çoluğunu çocuğunu gönderir. Sen yine de beklentiyi yüksek tutma. Az kişi gelebilir.’ Köyde 90 hane var, hepsinin kapısını çaldım davetiyeleri bıraktım. Her birinin birer çayını içtim. Ondan sonra dedim ‘Çoluk çocuk ne varsanız gelin. Köyümüzün genel bir sorununu dile getiriyoruz burada. Hepinizin gelmesi gerekiyor diye düşündüm.’ Ondan sonra köyün gençleri de yardım ettiler. Okulun önünde sandalyeleri falan dizdik, perde astık. Sonra insanlar akşam 8 civarı geldiler. Beklediğimin çok çok üstünde bir kalabalık toplandı.
Filmi izledikten sonra soru cevap bölümünde; ‘Derdin neydi senin?’ dediler. Asimile olan kesim aslında bunu söyledi. Camiye gitmeye başlamış ve Alevilik kültüründen soğumuş olan kesim tepki gösterdi ‘Bu ne?’ diye. Orada böyle bir münakaşa gibi şeyler oldu. Ama geneli çok beğendiler, takdir ettiler. Bunun devamının gelmesini istediklerini söylediler. ‘Bak biz şimdiye kadar söyleyemiyorduk. Sen bizim dilimize tercüman oldun. İyi yaptın gösterdin bunu. Herkese göster. Biz asimile olmayalım, sürekli cemler yapılsın’ gibi yorumlar yaptılar. İnsanlarda bunun özlemi de vardı.
Suay ABAK/Sevim KAHRAMAN
İSTANBUL
Sadece bu kardeşimizin anlattığı bu köy de Asimilasyon yapılmıyor Türkiye’nin bir çok Alevi olan köylerde Asimilasyon yaşanıyor.Ne güzel tebrik ederim bu medeni cesareti gösterip bu konuyu hem belgesele hem haberlere dökmüş .Hem kendi köylülerini cesaretlendirmiş hemde başka yerlerde bulunan yaşayan insanları cesaretlendirmişler. Bu olaya benzer bizlerde yaşamış olmakla beraber hikayeler hep bir birine benziyor.