PİRHA- Araştırmacı Hüsnü Gürbey, Agos’ta yayımlanan yazısında, Dersim coğrafyasında hem Ermenilerin hem de Kürtlerin kültüründe önemli bir yeri olan Sılbûs/Surp Luys dağının tarihçesine ve dağla ilgili efsanelere yakından bakıyor.
Araştırmacı Hüsnü Gürbey, Agos gazetesine yazdığı “Silbûs (Surp Luys) sessiz kaldı, kuşlar küstü” başlıklı yazısında, Sılbûs/Surp Luys dağının tarihçesine ve dağla ilgili efsanelere yakından bakıyor. Kutsal Sılbûs– Surp Luys (Kutsal Işık)—Dağının, Dersim, Ermeni ve Kızılbaş Kürtler için bir ad olmanın ötesini ifade ettiğini belirten Gürbey, “Kadim halklar, yaşadıkları yerle/coğrafya ile özdeşleşirler, yaşadıkları yerlere sadece ayak izlerini, anılarını bırakmazlar, o coğrafyada dillere destan muazzam hikâyeler, mitoslar ve söylenceler bırakırlar. Bir halk yaşadığı topraklara, kendinden bir şeyler bırakmamışsa, o topraklar üzerinde bir hikâyesi yoksa o halk oranın yerlisi değildir ya göçmendir ya işgalcidir” dedi.
SILBÛS (SURP LUYS) SESSİZ KALDI; KUŞLAR KÜSTÜ
Hüsnü Gürbey‘in Agos Gazetesi’nde yayınlanan yazısı şöyle:
“Yer adları, aynı zamanda kadim halkların kimliğinin de bir unsurudur. Yer ve bölge adları kadim yerli halkların kimliklerini tamamlayan öğeler olarak önemini günümüzde de korumaktadır. Bazı ülke, şehir, nehir, dağ vb. adlarının sadece bir ad olmanın ötesinde derin anlamları olduğunu biliyoruz. Zira bu adlar, aynı zamanda bir kültürü, bir karakteri de yansıtıyor. Örneğin Kutsal Sılbûs– Surp Luys (Kutsal Işık)—Dağı, Dersim, Ermeni ve Kızılbaş Kürtler için bir ad olmanın ötesini ifade eder. Kobanê, nasıl ki Kürtler için bir direniş destanının ifadesidir, Kutsal Sılbûs Dağı’da bir inancın sembolüdür.
Kızılbaş Kürtler ile Ermeniler ’in ortak kutsalı olan; Kutsal Sılbûs’un– Surp Luys—da bir hikâyesi var. Yüksekliği ve ihtişamının yanında ikizi gibi duran, ama ondan oldukça düşük kalan Qêl Dağı’nın kıskanmasına neden olur. Kıskançlığından dolayı Qêl, Sılbûs’a beddua eder: “Her mevsim, üstünde kar, buz ve boran eksilmesin” der; bu bedduaya içerlenen Sılbûs’ta Qêl’e “senin üstünde de engerekler ve çıyanlar eksilmesin” der. Êzdan tarafından her iki beddua kabul edilir; ne Sılbûs’un karı, buzu, boranı ne de Qêl’deki çıyan ve engerekler eksilir…
“ARAMIZDAKİ FARK SOĞAN ZARI KADARDIR”
Hıristiyanlık, Müslümanlık ve Musevilik, Semavi dinlerdir ve onların ihtişamlı mabetleri vardır. Hıristiyan dinine mensup, Ermenilerin ve Süryanilerinde kiliseleri var ve ayrı ayrı ibadethanelerde ibadet ediyorlar. Bir doğa/tanrısal inanç olan Kızılbaşların ibadethaneleri yoktur; doğanın kendisi kutsaldır ve her yeri mabettir/ziyaretgâhtır; ama içlerinde bazı yerler var ki çok ayrı anlam ve önemi vardır. Bazı su gözeleri, bazı dağların zirveleri bir ulunun mekân tutuğuna inanılır. Cemlerini köy evlerinde yaparlar. İnandıkları ne varsa kalplerindedir onların. Evlerinde dua ederler; sabah Güneşi’ne, Ay’a, yıldızlara yakarırlar. Xızır’dan yardım, Ali’den medet umarlar.
Buna karşın uzun asırlardır iç içe ya da yan yana yaşayan Ermeni ve Kızılbaş Kürt topluluklarının, ortak gelenek, görenek ve inanışları vardır; bunlardan Gağend/Waynaht, Xızır Orucu/Surp Sarkis , perhiz gibi benzer oruç günleri gibi. Boz Atlı Xızır inancı, Ermeni kültüründe sadece isim değişikliğine uğramış Boz Atlı Aziz Surp Sarkis’tir ve Kızılbaş Kürtlerdeki Xızır ile aynı özelliklere sahiptir. Kırsal bölgede yaşayan Ermeniler, aynı Kızılbaş Kürtlerde olduğu gibi Şubat ayında Surp Sarkis için üç gün oruç tutmakta, benzer olarak Xızır için yapılan ‘kete’leri Surp Sarkis için sunmaktaydılar. Gaxend haftası bir başka ortak inanç ritüelidir; o gün tuzlu qawıt yenilir. Genç kız ve oğlanlar su içmeden uykuya yatar, rüyasında birinin kendisine su verdiğini gören kişi onunla evleneceğine inanılır. Rüyasında kendisine su verdiği kişiyle gerçekten evlenen var mıydı? Bilinmez ama buna inanılırdı.
“SİLBÛS İKİ HALKIN ORTAK DEĞERİDİR”
Ali Tîyar Gök, Levon Haçikyan’ın” Hemşin Gizemi” adlı kitaptan Sılbûs/Surp Luys/Kutsal ışık adlı ziyaret hakkında şu bilgiyi verir:
“Vartavar Kiğı’da da büyük bir coşkuyla kutlanırdı. Bu kentin batısında, Dersim yakınlarında sivri, çift zirveli Surp Luys (Kutsal Işık) dağı yükselir. Bu yöre halkının dağa saygısı öylesine büyüktür ki en büyük yemini “Surp Luys’un zirvesi üzerine ederler, bu dağda adak günlerinde doğanların Tanrı vergisi kabiliyetler taşıdığına inanırlar ve onları Varteres (gül yüzlü) adıyla vaftiz ederlerdi.
Surp Luys dağı ziyareti ise başlı başına bir törendi. İnsanlar günler öncesinden adak hazırlıklarına başlarlardı. Temizlik yaparlar, bayramlık giysi ve çamaşırları ortaya çıkarır, katı yiyecekler ve lavaş hazırlar, yoksullara yiyecek ve giyecek armağan ederlerdi. Dargın veya küskünler barışmadıkça adağın kabul edilmeyeceğine inanırlardı. Pazar günü, güneşin doğuşundan çok önce yayan yola çıkılır, kadın ve kızlar çoğu kez yalınayak yürürdü. Tanyeri ağırmadan Soğukpınar’a (Pağakhpür) varılıp kahvaltı hazırlanırdı, buradan zirveye çıkarlardı. Zirveye varanlar, din ve dil farkı gözetmeden secde eder, toprağa yüz sürüp taşları öperlerdi. Dağ öylesine yüksek ve çevreye hâkimdi ki 360 köyü ile tüm Kiğı gözler önüne serilir hatta dürbünle bakıldığında Palu bile görünürdü. (Gök, 2002;7-8)
NUHUN GEMİSİ
Kedername ise Sılbûs hakkında şu bilgileri verir: Bu dağın tarihi gelenekleri vardır. Rivayete göre, tam şafak sökerken, Nuh Peygamber gemisiyle geçerken doruğuna sürtünmüştür ve bu yüzden de bu dağ Surb Luys (Kutsal Işık) olarak anılmaktadır. Bu nedenle her yıl, Vardavar’da Ermeniler ve Kürtler (Kızılbaş Kürtler) ziyarete gidip kurban keserlerdi. (Kedername, 2014; 372)
Nuh’un gemisinin sürtünmesi sonucu çatallaşan dağın bir adı da Zılfıqar’dır. Çocukları olmayan, doğup da yaşamayan ailelerin tercih ettikleri en kutsal mekân burasıdır; şayet bu ziyaretten sonra çocukları olursa, ziyarette atfedeceklerinin/bağışlayacaklarının sözü verilir. Dolayısıyla doğan ilk çocuk erkekse ismi Zülfü/Zılfıqar (daha sonsa bunlara Mehmet Zülfi denilmeye başlandı) kız ise Asiye adı verildi. Bu çocuklar kutsala adandığı için, “masum u pak “kabul edilir ve kendilerine çok şefkatli ve nazik davranılır.
TOROS SADAĞİKYAN’IN HİKAYESİ
Ortak mekânlar dışında iki halk birbirlerinin kutsallarına da saygı gösterirlerdi. Bılece’de Ocaxê Qeresli’nin en iyi taliplerinden birisi, Kiğı’nın ünlü avukatlarından (dava vekili) Ermeni Toros Sadağikyan’dır. Sadağikyan tıpkı bir Kızılbaş gibi her yıl sonbahar aylarında köye gelir, ocağa misafir olur, gece yatsıya kalır, adağını adar, Hakkulasını verir ve Gulbangını alır giderdi. 1914 yılının yaz aylarında, Ermenileri vuracakları söylentisi yayılınca, Raywer Selah Efendi, dikkatli olması için Toros Sadağikyan’a haber yollar ve bir müddet Ocakta kalmasını ister. Gerçekten de Erzurum Valisi Tahsin Bey, Toros gibi bir halk önderini ortadan kaldırmak için çetelerle anlaşmıştır. Bir sonbahar günü (muhtemelen 1914 sonbaharı olmalı) Toros Bey, Sıvgêlikten Kiğı’ya dönüş yolunda Çiçek Tepesi denilen yerde stratejik bir nokta da pusuya düşürülerek vurulur. Toros’u vuranları, Ocak düşkün ilan eder, ama Ermeni halkı önemli bir liderini kaybetmiştir.
Toros Sadağikyan’ın ölümü tehcir ve katliamların habercisidir; Ocak hemen önlem almaya çalışır. Çok yaşlı olmasına rağmen Selah Efendi’nin Babası İsmail ê Rawer hâlâ sağdır ve taliplerine, mal ve mülk için Ermenilere dokunmamaları için bir bildiri yayınlar: Bildiride; “ Ewî ku telvı Romê Fılan lêdıxın, jı me nının: Ew werısn, em dezîyê/bendıkê xwavın; dezî/bendıkê xwav zû dıbızdî, werıs nabızdî. Bê xwudî emın; me zû qırdıkın—Osmanlıyla birlikte Ermenileri vuranlar bizden değildir: Onlar urgandırlar, bizler ise ham ipiz, ham ip erken kopar, urgan kopmaz. Sahipsiz olan bizleriz; bizi erken kırarlar–”. Bunun anlamı şu: “Bugün Ermenilerin başına gelenler, yarın bizim başımıza gelir”; şu öngörüyü görebiliyor musunuz…
OCAĞIN TOROS BEYDEN BAŞKA TALİPLERİ DE VARDI
Ocağın, Toros Bey’den başka da talipleri vardı, küçükken tutuğum notlarıma el konulduğu için isimlerini veremiyorum; hafızamda sadece Kiğı eşrafından Artin Efendi kalmıştır. (*1) Kızılbaşlar da Ermeni kutsallarına gerekli saygıyı gösteriyorlardı; özellikle, kilise ve manastırlara saygı, en başta gelirdi: buralarda her Perşembe akşamı çıralar yakılır, niyaz edilirdi. Ünlü Kürdolog Dr. Celilê Celil, Dersimdeki Kızılbaş Kürtlerin yöredeki kiliselere hürmet gösterdiklerini, bu yerleri kutsal sayarak saygı gösterdiklerini belirtmektedir. Ermeni tarihçi Matti Moosa da bu tespiti doğrulamaktadır: “Kızılbaşlar ve Ermeniler arasındaki ilişki Kızılbaşların Ermeni Kiliselerine ve kutsal yerlerine gösterdikleri saygı ile güçlenmektedir. Kızılbaşlar ve Ermeniler arasındaki sosyo-dinsel ilişki artık yerleşmiş bir gerçektir. Sosyolojik açıdan yakın olan Ermeniler ile Kürtler ezelden beri Anadolu’da yan yana yaşamaktadırlar. Anadolu’nun doğusunda yoğun bir şekilde Kızılbaş nüfusu bulunmakta, birçok köyde ise Ermenilerle Kızılbaş Kürtler yan yana yaşamaktadır.”
Harput’ta 1901-1917 yılları arasında görev yapmış son Amerikan misyoneri Henry Riggs, anılarında, Dersim halkı ile Ermeni halkı arasındaki dostane ilişkileri dile getirirken: “[ … ] Dersim Kürtlerinin Ermenilerle pek çok ortak noktası var, aslına bakılırsa, Türklerle olduğundan çok daha fazla” diyecektir. (Kıeser,2005; 546-547)
İKİ HALK ARASINDAKİ BENZERLİKLER, FARKLILIKLAR
Henry Riggs’in aktardığı gibi iki halkın benzerlikleri, farklılıklarından çok daha fazladır; bu durum, devlet yetkililerinin dikkatinde kaçmamıştır. Cumhuriyet döneminin önemli ideologlarından biri olan Hasan Reşit Tankut, Kızılbaş Kürtler ile Ermeni Hristiyanlığı arasındaki benzerliklere dikkat çeker:
“Siyasal Bilgileri henüz bitirmiş ve Sivas Vilayeti maiyetine verilmiştim. Hafik ilçesinin bir Kızılbaş Kürt köyünde geceledim. Ev sahibi (Koçgirili Pir), I. Dünya Savaşı yıllarında Ermeniler’e özerklik verilmesi için öngörülen halkoylaması dolayısıyla bana şunları söyledi: ‘Kızılbaşlarla Ermeniler arasındaki fark, soğan zarı kadardır’” dediğini aktarır.
Tankut, savaş öncesi yıllarında, Ermeniler’e verilmesi öngörülen özerklik konusunda da şunları ilave edemeden geçmez: “Allah’a şükür Birinci Dünya Savaşı patlak verdi de o uğursuz projenin hayata geçirilişini engelledi. Aksi takdirde Kızılbaşların büyük bir kısmı Ermenilerin lehine oy kullanırdı” diyecektir. (Kıeser,2005;716-17)
“İKİ HALKIN YAKINLIĞI OSMANLI’YI HEP KUŞKULANDIRMIŞTIR”
İki halkın bu yakınlığı Osmanlı Devleti’ni hep kuşkulandırmıştır. Bölgede gönderilen raporlarda bu açıkça görülmektedir. Örneğin: 11 Kasım 1895’te Amasya mutasarrıfı Bekir Sıtkı Bey, İstanbul’a Sivas civarındaki Alevi/Kızılbaş inançları, faaliyetleri ve Ermenilerle ilgili ayrıntılı bir rapor hazırlar:
Raporda Kızılbaşların; “tüm ticari ilişkilerini gerçekleştirdikleri Ermenilerle yakın ilişkileri vardır.” Denildikten sonra; “alışkanlıkları ve kültürleri, onları sürekli entrikalarına ortak etmeye çalışan Ermeniler tarafından çok iyi bilinir. Ermeniler kendi adlarına, Kızılbaşların da onlarla müttefik olduğunu ve zamanı geldiğinde Müslüman halkı yenilgiye uğratmak için onlarla birleşeceklerine inanmışlardır. Bu nedenle, Kızılbaşların Müslümanlara olan nefretini daha da artırmak için söylentiler çıkarmaktadırlar.” (Deringil, age:227)
HARMONİ BİR GÜN ANSIZIN BOZULDU
Bir bahar sabahı insanlar uykularında uyanırken ani bir kararla karşılaştılar; Ermeniler göç ettirilecek. Ama böyle söylenmedi, onları geçici bir süreliğine Murat Paşa’nın yanına götüreceklerdi, nereden bileceklerdi ki, Murat suyuna kurban verileceklerdi.
Her göç bir kopmadır, sadece göç edenlere değil kalanlara da acı verdi; hem de ne acı! İnsan yaşadığı yeri en iyi belki de müziği anlatır, o halkın enstrümanları çaldığında o yerin canlıları, kurdu-kuşu, böceği, dağları, ırmakları, akan suları ve insanları müziğin ritmine, ezgisine katılarak eşlik eder. Ama şimdi harmoni bozuldu, yüz yıl arayla önce Ermeniler sonra Kızılbaş Kürtler zorunlu göçe tabi tutuldu. Coğrafyamız sessiz, kuşlar dâhil bütün canlılar küstü.
Yunanlı şair Nikiforos, bir şiirinde: “Savaş bitti/Bir sessizlik, sonra kuşlar geldi geri” der, ama bu topraklara barış gelmedi ki kuşlar geri gelsin, onlar ebedi gitti…
DIZGÛN BAVA’DA SESSİZLİĞİNİ BOZMADI
Eteğinde bunca acıların yaşamasına rağmen Sılbûs, sessizliğini bozmadı, çatal zirvesinden beklenen kurtarıcı kıvılcımını yolamadı. Hz.İsa çarmıha gerilirken; “Eli Eli, lama şabaktani?” dedi (Maalouf, 2012; 357) ve tanrısına niye beni terk ettin diye sitem etti. Dersimliler de Bawa Dızgun’a sitem ettiler: “Dızgûno, Dızgûno to ça bombayê xwo hetê dînera rast nekerdino” dediler; ama Dızgûn Bawa’da sessizliğini bozmadı. Kadim topraklarından sürgün edilenler doğa-tanrılarına küsmediler, ama sitem ettiler…
Yüzyıl yıl içinde yaşanan bu dramatik acı olaylardan olsa gerek, Sılbûs ve Qêl en sonunda sessizliklerini bozdular; suç bizde mi diye bir birlerini sorgulamaya başladılar. Önce karşılıklı olarak birbirlerine ettikleri bedduaların kaldırılması için yüce varlık Êzdana çağrıda bulundular. Çağrıları hemen kabul gördü. Şimdi ne Sılbûs’un üstünde kar, buz, boran var, ne de Qêl’de yılan ve çıyan.
Heyhat ki ne heyhat! Ama şimdi kendilerini yalın ayakla ziyaret edecek, niyaz dağıtacak, çıra yakıp Hak’la Hak’laşacak ne ziyaretçi kaldı ne de eteklerin de bağırıp çağıran, oynaşan, üreten ve yaratan insan ve canlı varlıklar. Yazıyı Bıleceli Şair Engin Güngör’ün Sılbûs adlı şiiriyle bitirelim:
“İnsan beni böyle andı
Benim adım Surp Luys
Ham ateşin ışığıyım
İnsandan bin yıllar önce
Toprak doğurdu beni
Suyun ve ateşin çocuğuyum
Sonra rüzgâr ve bulutları tanıdım
Milyon kere Güneş’i karşıladım, uğurladım
Önce ağaçlar ve kuşlar geldi sonra insanlar
Hepsinin şeceresi mıh gibi aklımda
İlk kavganın İlk eşkıyanın ilk celladın
Çıplak sonra çarıklı ve açlığın
Tanrılara adanan ilk canın ve ondan akan kanın
Binlerce savaşın hastalığın göçün tanığıyım
Benim adım Sılbûs dağlar ülkesinden
Munzur’un ve Bağır’ın karındaşıyım
Kengerini, kekliğin, keçinin, pepuğun yurdu
Ne kartalı aç bırakmışım ne de kurdu
Benim adım Silbûs
İnsan beni böyle çağırdı.”
NOT: Bu makale 17 Ağustos 2023 tarihinde Agos gazetesinde yayınlanmıştır.
PİRHA/İSTANBUL
Yoruma kapalı.