PİRHA-Antalya Abdal Musa Kültür Tanıtma Derneği’nde aşıkların söyledikleri deyişlerin anlam ve önemine ilişkin muhabbet cemi yapıldı.
Antalya Abdal Musa Kültür Tanıtma Derneği’nde, aşıkların sadıkların söyledikleri deyiş ve nefeslerin anlam ve önemine ilişkin muhabbet cemi gerçekleştirildi. Ceme Abdal Musa Kültür ve Tanıtma Derneği Eşit Başkanı Gülçin Akça, Eşit Başkan ve Hacı Bektaş Dergâhı Yol hizmetkârı Süleyman Demir Baba, Kızıldeli Sultan Ocağı evladı Yol hizmetkârı Mustafa Sazcı ve Kazım Aslan katıldı.
“Pir Sultan Abdal’ın söylediği deyişlerin bir dörtlüğünde geçen ‘küfrün içinde iman’ nasıl bulunur?” sorusu üzerine Kızıldeli Ocağı Yol hizmetkarı Mustafa Sazcı, “Uzun süredir âşık sadıkların nefeslerine baktığımızda Pir Sultan’ın nefesinde de geçer. Aslında küfrün içinde iman vardır ‘seçebilirsen gel beri’ der. Biz âşık sadıkların nefeslerini söylerken o nefeslerin içerisinde aslında o hakikat ilmiyle veya diğer bir deyişle Men Aref ilmi dediğimiz o ilimlerin hepsinin içerisinde olduğunu düşünür, içerisinde olduğunu söyleriz. Aşık sadıkların kelamlarına baktığında mesela Pir Sultan’ın bir nefesinde “Ali benim ben Ali’yim” nefesinde buyurduğu gibi biz dışarıdan baktığımızda o zahiri gözle baktığımızda, o ilme vakıf olmadığımıza veya o nefesleri açamadığımızda Pir Sultan kendisini Ali’nin yerine koydu yani benlik getirdi kendine kibir getirdi aslında bunu görürüz” dedi.
“HALLACI MANSUR’U PARÇA PARÇA ETTİLER, SEYİT NESİMİ’NİN DERİSİNİ YÜZDÜLER”
Mustafa Sazcı sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ama hakikat ilminden gıdalanmış kişiler şunun farkına varır: Pir Sultan’ın nefesinde belirttiği şey bireysel olarak kendini değil, o kemalete erişmiş, kamil insanların kendisidir. Bu felsefe tarihinde de yine batıni geleneklerin içerisinde Hallacı Mansur’un mesela Enel Hakk ifadesi Hallacı Mansur orada sadece kendisini bireysel olarak Hakk ile bir görmemiş. Allah’ın kendisi olduğunu söylerken aslında cihanda var olan cümle nesnede Hakk’ın bir tecelligahı olduğunu belirtmiş ama o dönemin o küfür içerisinde yüzen zahitleri Hallacı Mansur’un sözünü şirk koşmak olarak adlandırıp Hallacı Mansur’u parça parça etmişler sonrasında yakmışlar onu da Dicle Nehri’ne savurmuşlar. Tıpkı Hallacı Mahsur’a yaptıkları gibi yüzyıllar sonra Suriye coğrafyasında Halep’te irşat faaliyetlerini yürüten Seyit Nesimi’yi de aynı şekilde Mansur gibi Enel Hakk ifadesini kullandığı için o hakikatçi ilmi nefeslerinde deyişlerinde, duazlarında geçirdiği için yine Seyit Nesimi’nin de derisini canlı canlı yüzmüşler. Aşık, sadıkların söylediği kelamlar içerisinde ilk duyduğumuzda bize o hakikati hakikatle bağdaşmayan şeylerin aslında ilmini okudukça o ilimden gıdamızı aldıkça hakikatin kendisi olduğunu görebiliyoruz. Aslında küfür içerisinde imanı seçmek de burada saklı. Aşık birçok nefesinde kelamıyla aynı zamanda insanları incitir, incitmesi gerekir. Çünkü aşığın söylediği her şey karşıdaki kişiyi incitecek ki o farkında olsun. Aslında hakikat ilminin bu nedenle o küfrün içerisinde imanı seçmesi mevzusunu da buraya oturtmak gerekiyor. O küfür ki kimisini hakikate ulaştırıyor, kimisini delaleti ulaştırıyor. Bu küfrün içerisinde imanı seçebilmek için bireysel olarak başarabileceğimiz bir mevzu değil. Bunun için ocaklarımıza rehber, pir, mürşit, mürebbi gibi kavramlar oluşmuş talip olan kişi ne yapar? İlk önce bir mürebbiye başvurur mürebbi onu alır rehbere götürür, rehber onu tarikat kapısında ilimle donattıktan sonra marifet kapısının kilidi dediğimiz pire ulaştırır. Pir orada talibin yükünü doldurur orada üç kez sınanır marifet kapısında üç kez sınandıktan sonra artık talip galip olur. Yani kendine kibrine benliğine kendini Galip etmiştir. Kinini kibrini yenmiştir o nedenle Galip olarak adlandırılır.
“DAHA SONRASINDA PİR NE YAPAR?”
Hakikat kapısının kilidi dediğimiz sırrı hakikatin kilidi dediğimiz mürşide götürür, mürşitin eteğinden tutup o hakikat deryasına kendisini salan talip ancak küfrün içerisinde imanı seçebilir. Bireysel başarıya odaklanırsak kendimize bir rehber bir mürşit tutmazsak, sonumuz yine delalete uğrayanlar gibi olur. Kin sahibi oluruz, kibir sahibi oluruz. İş o ki ehline liyakat sahibi ehliyet sahibi rehberlerimizin pirlerimizin mürşitlerin eteğinden tutarak o hakikat kapısındaki menzilimize o ham ervahlıktan insan-ı kamilliği olan mertebeye ulaşmak… Yoldaki esasta bu. İnsanı da böyle düşünmek gerekiyor. Çiğ insanın hiçbir kıymeti yok, iş o ki pişmiş insan başı hak ediyor, baş tacı dediğimiz insan-i kamillik mertebesini o nedenle yüce tutuyoruz. Oysaki insan-i kamiller kendilerini turab ediyor. Gerçek insani kamillik de bu olsa gerek.”
“KÖZDEN ÇERAĞ NASIL UYANDI?”
Her ocağın bir tane delili bulunduğunu belirten Mustafa Sazcı, “Rivayet odur ki o ocağın kurucusu olan pirler Hacı Bektaş Veli Dergâhı’ndan veya bizim ocağın bağlı olduğu Erdebil dergâhından o çerağ verilir. Anadolu’nun birçok yerinde Balkanlar’dan Mısır’a kadar geniş bir Havza’ya yayılır. Bu delil aslında şu anlama geliyor: Biz Şahı Merdan’la neyi bağdaştırıyoruz? Hakk’ın kendisini Hakk’ı da ne olarak görüyoruz? Nur vahiy tek nur… O ne? ‘Cihan var olmadan Hak ile birlikte yektan idim ben’ diyor ya, o cihan var olmadan biz o Şahı Merdan Ali’nin de o cihan var olmadan o balkıyan nur’un içerisinde olduğunu, şimdi bilim insanları bink benk olarak anlatıyor. Cihan var olmadan var olan o kandilin içerisinde Şahı Merdan Ali’nin olduğunu, onun balkıyan olarak saçıldığını ve onun cümle cihanı aydınlattığını söyler. Onun dışında “Ay Ali’dir, Gün Muhammed” nefesinde geçtiği gibi doğayı da bizi de ışıtan Şahı Merdan Ali’nin nuru olduğunu vurgularız. O nedenle delilimizi Şahı Merdan Ali delili ya da delili Şahı Merdan, Merdan Şahı olarak adlandırıyoruz” dedi.
“TANRI İNSANIN İÇİNDE”
Kazım Aslan ise konuşmasında, şunları söyledi:
“Kaygusuz’un şiirlerinde “Bu Âdem dedikleri ayakla baş değil, Âdem manaya derler, suret ile kaş değil.” Aslında orada aşkın bir tanrı değil de içkin bir tanrı yani batini münteşiri olmayan İslam anlayışında ‘yedi kat arşta kürşte levhi kalemde’ derken bizim bildiğimiz anlamda değil, tanrı dışarıda, uzay dışında değil, tanrı tam tersi insanın içinde. Bizim erenlerimiz, pirlerimiz “Her ne ararsan kendinde ara” der. O sırrın sende, içinde vakıf zaten. Aslında bizim yaptığımız deliller de bunun sembolü. O delilin, o çerağın amacı ne? Bu meydanda Hakk’ın, hakikatın sırrı var olacak, o çerağı yandığı sürece Hakk’ın sırrını biz o sırrı faş edeceğiz. Ta ki o çerağ sırlanana kadar. Cem bittiğinde nasıl biz o çerağı şırlıyoruz. Nasıl toplumun içinde sırrı faş ettiysek, tekrar o sırrı sır içinde alıyoruz. Yani bu bizim erenlerin, pirlerin aslında söylemek istediği böyle bir şey. Her şey kendi içinde, ne yaparsan yap senin himmet eylediğin, senin hizmet eylediğin her şey senin içinde. Bu yüzden mesela ‘Hakk, Alem, Adem’ denir. Hakk da, Alem de senin içinde. Adem de zaten sensin. ‘Hakk, Alem, Adem’ dedikleri zaman biz o Hakk’ı dışarıda aramamalıyız. Hakk her zaman senin içinde olmalı.”
Cemde gülbenglerin ardından semahlar dönüldü. Çerağların sırlanması ile lokmalar pay edildi.
Cebrail ARSLAN/ANTALYA
Yoruma kapalı.