PİRHA- Tam 39 yıldır katliamın bıraktığı derin yaralarla mücadele eden Ayşe Traş ve Maviş Toklu ile yaşadıkları korkunç vahşeti konuştuk. Ayşe Traş, vurulduktan sonra kolları ve bacakları kesilerek kazanda kaynatılan Ali Traş’ın ablası. Maviş Toklu ise kurşunlanarak öldürülen Kalender Toklu’nun eşi, Hüseyin Toklu’nun kardeşi.
Maraş Katliamı, o dönemde doğanların bihaber büyütüldüğü, şahitlik edenlerin ise asla unutamadığı Cumhuriyet tarihinin kara sayfalarından yalnızca biri. Yüzleşmek, yüzleşebilmek için koşulların tamamen kaldırıldığı, faillerin yıllar sonrasında bile televizyonlara çıkarak dobra dobra becerilerini anlatma yüzsüzlüğü sergilediği kara bir tarih Maraş’ta yaşananlar. Öyle ki Maraş, çoğunun hafızasında Kara Maraş’tır, hala aklanmayan.
Gazetelere, televizyonlara çok kez Maraş Katliamı tanıkları çıktı, yaşadıklarını anlattı. Bu tanıklardan biri Maviş Toklu, diğeri Ayşe Traş. Bu iki kadın en yakınlarını kaybetti, vahşete tanık oldu. Öyle ki, bu görüntülere şahitlik eden ömrü billah iflah olmaz.
Tam 39 yıldır katliamın bıraktığı derin yaralarla mücadele eden bu iki kadın ile Stuttgart’ta katıldıkları bir panel öncesi görüştük.
Ayşe Traş konuşmaya başlar başlamaz travmanın etkisinden kurtulamadığını hemen anlıyorsunuz. Zira anlattıkça değişen ruh dünyası beden diline vuruyor. Traş konuştukça, insanı yeniden o korkunç günlere götürüyor. Öyleki, unutmak için duygulardan arınmak lazım.
Ayşe Traş, kurşuna dizilen, bedeni parçalanan, daha sonra dev bir kazana konarak kaynatılan Ali Traş’ın ablası.
Nitekim, Maraş Katliamı’nın vahşetine tanıklık eden Maviş Toklu, “Herkesin bir mezarı vardı, Ali Traş’ın 3 mezarı vardı“ diyor.
ALİ’NİN ÇIĞLIĞI: KARDEŞİMİN ÇEYİZİ YANMASAYDI
Ayşe Traş annesi ve kardeşleri ile Bağlarbaşı mahallesinde yaşıyor o vakit, babası ise Almanya’da kalıyor. Kardeşi Ali Traş da kısa bir süre önce Almanya’dan ailesinin yanına gelmiş. Olay gününü anlatırken tekrar o günlere dönüyor:
“Geldiler, içinde insan gibi olanlar yoktu. Bizim çocuklara benzemiyorlardı. Kazmalarla, küreklerle, kırmalarla, silahlarla geldiler. Evimizde silah soruyorlardı. Silahları bize doğrulttular. Önce anama sordular. Anam Ali’yi arkasına aldı, “Oğluma birşey yapmayın” dedi. Asılı montlarımıza baktılar, onlar arasında silah aradılar. Benim yanımda ekmek vardı. Ekmeğe elimi vurdum: “Bu namert beni kör etsin, silahımız varsa“ dedim. “Kancık çek elini ekmekten, ekmeğe yazık“ dedi biri. Gençleri öldürdüler, kadınların karınlarından bebekleri çıkardılar günah değil, ekmeğe vurmak günah. Bana bir yumruk vurdular ekmekten uzaklaştırdılar. Evimize tuz, soda gibi bişey serpip yaktılar. Evi yaktıktan sonra herkes kaçmaya başladı. Mahalle başımıza toplandı. Kovalarla evi söndürmeye çalışıyorlardı. Ali de yandaki inşaattan hortum getirerek yangına tuttu. Yangını söndürdükten sonra dizlerine vurdu. “Evimiz yansaydı da kardeşimin çeyizi yanmasaydı“ dedi. Anam, ‘sana birşey olmasında eşyalar yansın’ dedi.”
“BİZİ KIRIMA UĞRATTIKLARI SİLAHLARI CAMİYE TABUTTA TAŞIDILAR”
Gerek Ayşe Traş, gerekse Maviş Toklu cenaze merasimi görünümünde, tabutun içerisinde camiye götürülen silahlardan bahsediyor. Traş anlatmaya devam ediyor:
“Kalender Toklu, Hüseyin Toklu kendini tabutun altına attı. Tabutu beraber hayrına taşımak için. Camiye kadar beraber gittiler. Tabutlar çok ağırmış. Anama bunların cenaze olmadığını, tabutun çok ağır olduğunu söylediler. Hepsi silahmış meğer. Sonra camiden herkesin gelip emanetlerini almasını anons ettiler. Bir sonraki gün bizi kırıma uğrattıkları silahlardı onlar.“
“ALİ’YE OKULDA NAMAZ KILIP KILMADIĞI SORULUYOR”
Yangını söndürdükten sonra tekrar eve geldiklerini anlatıyor Ayşe Traş. O zamanlar 21-22 yaşlarında. Annesi daha güvenli olsun diye kardeşlerini de alıp bir akrabalarının yanına gönderiyor. Gerisini ise şöyle anlatıyor Traş:
“Gece geç yattık. Sabah kalktım ki Ali yok. “Ali nerede” diye sordum. Bir akrabamız, Ali’yi anamı alıp getirmesi için göndermiş. Ben de gitmek istedim ama bana izin vermediler. “Kadınlara tecavüz ediyorlar, sen gençsin, sana birşeyler yaparlar“ dediler. Ali eve gittiğinde anam inek sağıyor. Ali çok aç olduğunu söyleyerek anamdan kahvaltı istiyor. Anam, “gideceğimiz yerde yaparız” diyor. Karışıklık devam ediyor. Anam da komşudaki evlerde bodrumlara saklananları almak için gidiyor. Döndüğünde Ali’yi bulamıyor, o sırada Ali’yi yakalıyorlar. Ben evin yukarısından geliyorum, anam aşağıdan. Birbirimize soruyoruz. Ama Ali yok.“
Traş’ın anlatımına göre, katliaman önce okulda öğretmeni ona namaz kılıp kılmadığını soruyor, tehdit ediyorlar. O zaman onlar için bu tehditin sonuçlarını elbette tahmin edemiyorlar.
“BEDENLER TANINMAZ HALDEYDİ”
Katliam tehlikesi nedeniyle birçok insan YSE ( Yol Su ve Elektrik ) binasına sığınıyor. Ortalık savaş alanı. O hengamede bir akrabaları yukarıdan oğlunu atıyor. Ayşe Traş ve başka biri yakalayıp binaya alıyorlar. Daha sonra saklandıkları bina da güvensiz hale geliyor ve devam ediyor Ayşe Traş:
“Zava Doğan Delar derlerdi. Bir kum tümseği üzerinde ona sıktılar kum çukuruna girdi. Tekrar geldiler, bu silahını kaldırdı, yaralıydı. Tekrar taradılar, elindeki silahı alıp gittiler. Bunları camda gördüm. Maraş’ın bodrumlarında saklandık. Birisi bir otobüsün camlarını kırmış, otobüsü çalıştırmış. Bizi kırık camlardan içeri koydular. Camlar bizi kesiyordu. Bizlerin kimisini Çiğili’ye, kimisini Maksutuşağı, Sofular’a götürdüler. Anam sabah oradan tekrar Maraş’a geldi Ali’yi aramaya. Ali’yi aramadığımız yer kalmadı. Millet viran olmuş. Ne komşu, ne akraba, kimse yok.
Ayşe Traş’ın Almanya’da bulunan babası da merak edip Maraş’a geliyor. Mahallelerine bakıyor, ailesini arıyor. Bir akrabalarının evinde ona kapıyı Ayşe Traş açıyor. Oğlunun olmadığını duyunca yıkılıyor.
Katledilen bedenlerin konulduğu buzhaneye gidiyorlar daha sonra, yanmış, parçalanmış cesetlerin arasında tanıdıklarını aramaya. Morg’da Ali’yi nasıl aradıklarını ise şöyle anlatıyor:
“Anamla hala Aliyi arıyoruz. Anam, “benim oğlumun ya ölüsünü, ya dirinisini verin“ diyor. Biraz dengesizleştim orada. Kendimi çimdikledim bayılmamak için. İbrahim Usta öldürmüşlerdi. Cesedinin iki kolunu açmışlar, bir kadın sağında, bir kadın solunda. Emekçi’nin babası yüzüstü indirmişler, tırmıklarla paramparça etmişler. Üstünde birşey kalmamış. Yüzünü çevirdik baktık. Bir bakıyoruz Kalender Toklu, Hüseyin Toklu. Birini öldürmüşler vücudu mosmor. Ne vermişlerse şişmiş. Gövdesi insana benzemiyor.Ne yapmışlarsa yapmışlar bize biz ayaklanmıyoruz.”
“ALİ’Yİ ÖLDÜRDÜLER, PARÇALADILAR, KAZANDA KAYNATTILAR”
Hastahane morgunda Ali’yi bulamayan aile tekrar mahallelerine dönüyor. Komşularının bodrumunda bulunan bir kara kazanda bulunuyor Ali’nin parçalanmış bedeni. Ali’yi öldüren vahşi zihniyet, tarıyor, yetmiyor parçalayarak kazana atıp kaynatıyor. Böyle bir vahşeti insan nasıl taşır ömründe. Ayşe Traş 39 yıldır taşıyor bu kara mirası. Ali’nin bedenini bulduğu o anı ise şöyle anlatıyor:
“Dişlerinden tanıdık Ali’yi. Dişleri düzgündü Alimin. Anam askerlerden Ali’nin bir dişini istedi. Oradaki asker bir dişini söküp anama verdi. Anam ağzına attı. Asker anama, “yutma teyze“ dedi. Anam, “Yutmuyorum, Ali’mi hissediyorum“ diye yanıt verdi. Parçalarını hemen oraya gömdük. Tekrar alırlar diye üzerini betonla kapladık. Ali’nin parçaları hala Türklerin arasında.“
Maviş Toklu ise bu olanları gözleri ile gördüğünü söylüyor. İfadeleri ise aynen şöyle:
“Bir kazana koydular. Değnek sapladılar. Bir evin bodrumuna indirdiler. Annesi geldi, kol kemiği düşmüştü. Kocası görmesin diye bir beze bağladı arsasına gömdü. Kazanın içinde kaynamış etleri topladı bezlere sardı. Herkesin mezarı birdi, Ali Traş’ın 3 mezarı vardı. Ama kardeşleri görmedi. Ben gördüm.“
Ayşe Traş yaşadıklarından sonra Almanya’ya geliyor, daha sonra İsviçre’ye taşınıyor. Fakat acısını hiçbir zaman yüreğinden atamıyor. Yaşamı normalleşemiyor…
“KOCAMI KUCAĞIMDA VURDULAR”
Maviş Toklu da o zamanlar 22-23 yaşlarında. Eşi Kalander Toklu ve kardeşi Hüseyin Toklu vurularak öldürülüyor. “Devlet kendi eliyle yaptı“ diyerek başlıyor anlatmaya. Hatırlamak istemiyor, unutmakta mümkün değil.
“Bir hafta önce bizim eve numara vurdular. Eskiden öyle birşey aklımıza bile gelmiyordu. Annem rahmetlik “bu ne numaradır“ dedi. “Teyze biz herkese numara vuruyoruz“ dediler. Mahalle içinde geziyorlardı. 6 gün sonra Maraş’ta savaş oluyor dediler. İki öğretmen vurulmuştu. Biz evimizdeydik. Abim hamaldı. Sırtında kendiri vardı. Arabayla meyve satıyordu. Genç çocukların karnını doyurmak için. Benim beyim bir kürek ile çalışıyordu. Anlı şanlı ağa değildik. Tek suçumuz Alevi olmak. Fakir fukara öldü. 3. gün baktım o tarafta bir cenaze geliyor neymiş bir asker vurulmuş önünde hacı hocalar. Cenazeyi götürüyorlar. Silahmış meğer taşıdıkları. Camide bölüştüyorlar. 4. gün evimizi bastılar. O kadar canlarımız gitti. Evlerimiz yandı, kocamı kucağımda vurdular, abim öldü, Ali Traş öldü. Bizim orada bir fakir vardı. Yazıda vurmuşlar, neymiş Aleviymiş. Alevi olmak çok mu suçmuş. Karaoğlan’ın yoluna kurban kesmişler. Abimin karısı hamileydi. Abim, “çocuklarıma birşey yapmayın“ diyor. Abimi bodrumdan çıkarıyorlar kapının önünde kurşunluyorlar. 39 sene bitecek, 39 ay değil, 39 hafta değil, 39 sene. O zaman 5 aylık hamileydim. Kocamdan sonra bir kız çocuğum dünyaya geldi.“
“FAŞİSTLERDEN ÖCÜMÜ ALAYIM YETER”
Yaşadıklarının bir bedeli olsun istiyor Toklu. Zira yaşadıklarından dolayı 9 kez ses tellerinden ameliyat olmuş. Konuşurken zorlanıyor. “İçimdekileri anlatamıyorum boynum bükük kalıyor“ diyor.
1995 yılında Avrupa’ya gelen Toklu, “3 öksüzüm vardı. Buraya getirdim. Ne gecem ne gündüzüm vardı. Çocuklarımı büyüttüm. Hala eziyetimi çekiyorum daha bitiremedim. İçimden birşey çıkmadı. Bana git diyorlar, nereye gideyim. Kimsem kalmadı orada. Şükür çocuklarım burada. Yapacak birşeyim yok. Faşistlerden öcümü alayım yeter. Biz Koministmişiz, Kızılbaşmışız. Alevi olmak çok büyük suçmuş. 6 öksüz büyüttük. 3 abimin, 3 benim. Keşke eski sesim olsaydı. Sesim olmadığı için boynum bükülüp kalıyor. Beni lal ettiler“ diyor.
Elif SONZAMANCI/STUTTGART
Yoruma kapalı.