PİRHA-Yazar Özcan Öğüt, ‘Alevi İnanç Kırımı’ adlı kitabında asimilasyon politikalarının bir ayağı olan ‘Şiileşme tuzağı’na dikkat çekerek “Kendilerinin hakiki Alevi olduklarını iddia ediyorlar ama cemi de reddediyorlar” dedi. Öğüt, Şia asimilasyon politikasının hız kazandığına da vurgu yaparak Alevi örgütlerini bu konuda bilinçlenmeye çağırdı.
Yazar Özcan Öğüt’ün ikinci çalışması olan ‘Alevi İnanç Kırımı-Bir Asimilasyon Tuzağı Olarak Şiileşme’ kitabı Nika Yayınevi aracılığıyla okuyucuya ulaştı.
Özcan Öğüt, yeni kitabında “sinsice” diye tariflediği Şii ablukasına odaklandı. Öğüt, cemevlerinin ve Alevi yurttaşlarının bir tür iç asimilasyon tekniği ile nasıl Yol’dan uzaklaştırıldıklarını detayları ile okuyucuya sundu.
Yazar Özcan Öğüt ile yeni kitabı ve Türkiye’de sürmekte olan Şia misyonerliği faaliyetlerine ilişkin görüştük.
PİRHA: Alevi İnanç Kırımı adlı kitap çalışmanız nasıl ortaya çıktı?
ÖZCAN ÖĞÜT: Alevi inanç Kırımı’nda Şia asimilasyonundan bahsediyorum. Aslında ilk kitabım olan Makbul Alevilik’te çok kısaca iç asimilasyonun bir örneği olarak Şiileşmeden bahsetmiştim. Çok kısa bir bölümdü. O kitap kamuoyunda yayıldıktan sonra bazı arkadaşlar, aslında bu kısmın daha önemli olduğunu, dış asimilasyonun artarak devam ettiğini ve çevredeki örneklerle beraber uyarılarda bulundular. Özellikle işin içerisinde olan, hizmet veren arkadaşlar başta olmak üzere…
Ondan sonra daha fazla irdelemeye başladım. Sonrasında bunu kaleme aldım ve ilk Pir Haber Ajansı’nda ‘Şiileşmeye karşı toplumsal farkındalık seferberliği başlatılmalı’ diye röportajımız paylaşıldı. Sonrasında Alevi kamuoyunda ciddi bir karşılık buldu. Bu konu tartışılmaya başlandı. İki yıl önce Şubat ayından bahsediyorum… O zamandan bu zamana daha detaylı bilgilerle beraber hem bunun oluşmasının teorik boyutunu irdeledik, hem sosyo-psikolojik boyutunu irdeledik hem de günümüz pratiğinde yansımalarını… Hem cemevlerinde hem de toplumsal yaşamda nasıl içimize nüfuz ettiğini ve bizi nasıl dönüştürdüğünü irdeledim. Ve sonrasında ‘Alevi İnanç Kırım’ı’ dedim. Aleviliği direk kendi membanın içeresinde dönüştüren çok ciddi bir tehlikenin özellikle son on yılda çok hızlı bir şekilde palazlandığını, ilerlediğini gördüm ve devamında da bu kitap ortaya çıktı açıkçası.
“İRAN’DAKİ BASKI TÜRKİYE’DEN ÇOK DAHA FAZLA”
-Şiileşmeyi bir asimilasyon tuzağı olarak kitabınızda da anlatıyorsunuz. Tam da bu noktada biraz İran’a değinmek istiyorum. İran’da Aleviler neler yaşadı? Nasıl ötekileştirildiler? Nasıl asimile edildiler? Kitapta bunlara dair ne anlatılıyor?
“Şiileşme olayını irdelediğimiz zaman hep şunu görüyoruz; özellikle İran’dan buraya gönderilip faaliyette bulunan, zamanında Alevi olup şu an dönen Şiacılar, sanki hiç İran coğrafyasında Alevi topluluklar yokmuş, yıllar sonra kayıp kardeşlerini bulmuş muamelesi yaptırıyorlar. Öyle bir olay yok. Ehli-haklar, Yaresan’ların yaşadıkları dramın haddi hesabı yok İran’da. Bununla ilgili direkt bilimsel araştırmalar yapan, alanında uzman kişilerden örnekler mevcut.
Yine baktığımızda özellikle Safeviler, İran konusunda uzman, sayılı akademisyenlerden Roger Sovery’nin açıklamalarında şunu görüyoruz ki Şah İsmail’in son zamanlarında ve bundan sonraki hükümdarların döneminde adım adım Şiileşen devletten sistematik olarak bu Batıni topluluklar tasfiye edilmeye başlıyor. Buna direnenler bayağı ciddi kanlı katliamlara uğruyorlar. Nitekim Şah Abbas döneminde de tamamen Şiiliğe bir geçiş var. Yani özellikle bunun tarihsel boyutuna çok zamanınızı almamak için girmiyorum ama sonrasındaki döneme baktığımızda Muhammet Rahmani’nin aktarımlarından biliyoruz ki bu bölgede İran resmen Şiileşme sürecini tamamladıktan sonra mesela Alevi topluluklarda çok kullanıldığı için ‘HÜ’ kelimesini bile yasaklıyor. Belki komik gelecektir ama ‘Yahu’ kelimesini bile kullanamıyorlar.
Bu derece katı bir anlayışla Alevi inanc, batın toplulukların oradaki varlığı tamamen bir tehdit olarak görülüyor. ‘Dinden çıkmış, sapkın bir topluluk’ olarak tanımlanıyor. Faik Bulut’un o bölgeye gidip, Alevi olarak kalmaya çabalayan topluluklarla yaptığı bazı çalışmalardan çok dramatik kesitler var kitapta. Mesela şunu görüyoruz; Faik Bulut, ziyaretlerde bulunuyor ve bu süreçte İran’da Alevilerin, Safeviler içeresinde çeşitli görevlerden uzak tutulduğunu geçmişten bugüne yaptığımız analizlerde gördük. Bu bölgelerde özellikle Kızılbaş toplulukların yoğun olarak yaşadığı yerlere gidip incelendiğinde inancında direnen Alevilerin yoğun katliamlara maruz kaldığını, yaşayanlarınsa hayatta kalabilmek için onlara benzediğini ve çok ciddi oranda dönüşüme uğradıklarını görüyoruz.
Faik Bulut yaptığı saha gezisinde şunu söylüyor: ‘Sanıyordum ki Horasan’da yaşayan herkes Alevi, Kızılbaş. Meğer öyle değilmiş. Çoğu Şiileşmiş. Mesela bir eve gittim kadınları çarşaflı, erkekleri namaz kılıyordu. ‘Sizi Alevi Kızılbaş biliyordum’ diye sordum. Yüzüme mahcup bir ifadeyle baktılar, ‘Şiileştik. Pek azımız Alevi kaldık’ dedi.
Özellikle Cavit Murtezaoğlu’nun yaptığı paylaşımlardan da Faik Bulut’tan da biliyoruz ki o bölgedeki Alevi topluluklarına yapılan baskı, zulmün haddi hesabı yok. Türkiye ile kıyaslansa bile İran’ın bu konudaki katı tutumu çok daha fazla. Hala şu anda bile çok rahat bir şekilde cem yürütülemiyor. Çok gizli saklı bir şekilde bunu yapabiliyorlar. Oradaki Ehli-haklar Yaresanlar… Ama sanki hiç böyle bir şey yokmuş gibi sadece bu bölgede yaşayan Anadolu’nun Alevileri, Bektaşilerden ibaret bir realiteymiş gibi indirgeniyor. Sadece bu bölge içerisinde belli bir asimilasyoncu grup, bunu yapıyor aslında. Ama inancın çok daha benzeri hatta aynısı diyebilirim ki özünü daha net bir şekilde korumuş versiyonlarını Irak ve İran’daki Alevi topluluklarında görüyoruz. Özellikle İran bölgesindekiler Şiirlerle çok ciddi sıkıntı yaşıyorlar.
“CEMİ REDDEDİP ‘HAKİKİ ALEVİ BİZİZ’ DİYORLAR”
-İran, Alevileri ne zaman keşfetti? Biraz da bu konuya değinelim. Şiiliğe yönelen, hatta Şiilik adına görevlendirilen birçok grup, insan var, bunu biliyoruz. Bu durum nasıl ve ne zaman başladı? Aleviler içerden nasıl bir kuşatılmışlık yaşıyor?
İslam devrimi sonrası 1979’dan sonra İran, Ortadoğu’da özellikle ciddi bir nüfus alanı olarak gördüğü Alevileri keşfediyor. Bunlar üzerinden Farsça’dan Türkçe’ye çevrilen birçok Ayetullah yayınları, eski kitapların çevirileri, Türkiye piyasasına dağıtılıyor. Bunların çok yoğun oranda dağıtıldığını görüyoruz. Fakat enteresan bir şekilde bu kitaplar o yıllarda Alevilerden daha çok Sünni mütedeyyin kesimlerde karşılık buluyor.
İlk yıllarda zaten asimilasyonu iki aşamalı olarak tanımlıyordum. 2000’li yıllara kadar gelen ilk kuşak, birinci Şiileşme süreci sadece bu belli çeviriler üzerinden ilerliyor. Direkt İran’dan eğitim alan, zamanla bunların içeresinden burs alıp gelen Aleviler de var. Onlar halen şu an kendilerini hakiki Aleviliğin, hakiki versiyonu olarak iddia ediyor ama tamamen cemi reddediyorlar. Alevilikteki bütün temel ritüellerin hepsine karşı çıkıp, bunların folklorik bir unsur olduğunu söyleyip sadece namaza yönlendiriyorlar. Bu ilk grup, Bektaşiliği de bir tehdit olarak görüyor. Yani bunların ana hattı çok net, direkt bodoslama giriyorlar.
“İKİNCİ GRUP ŞİACILAR ALT KATTA CEM YAPIP ÜST KATTA NAMAZA ÇAĞIRIYOR”
Öyle oldukları için ilk grubun aslında çok ciddi dönüşüm potansiyeli olmuyor. Bakıyoruz belli yerlerde Çorum’da vs. bir kaç yerden bu gruptan bodoslama asimilasyon çalışmalarına girenler var. Cemaatleri çok kısıtlı. Çorum’da 300 civarında olduklarını tahmin ediyoruz. Direkt dönüştürmeye çalışıyorlar. Bir geçiş aşaması yok, belli kamuflajlar kullanmıyorlar ama özellikle 2010’dan sonra çok daha hızlı bir şekilde içerden ikinci grup; Şiacılar, Alevilik içerisindeki birçok şeyde kendi inancı içeresinde varmış gibi kabul edip, sizi içerden dönüştürüyor. Yani bayağı cem içerisinde dede olarak gördüğüm bazı insanların zamanla molla kıyafeti giyip, eşini çarşafa soktuğunu bildiğimiz örnekler var. Kitapta onlardan da bahsediyorum. Bunlar mesela halen alt katta cem yapıp üst katta namaza çağırıyorlar.
Yine kapanma ritüelleri Ortodoks İslam’la çok benzer. Pratikleri devam ederken Alevilikle ilgili bazı şeyleri de yan folklorik bir etkenmiş gibi devam ettiriyor, toptan bir ret yok. O nedenle yavaş yavaş, alıştırarak dönüştürüyorlar. Bu nedenle özellikle Alevilerle, Şiiler arasındaki bizim batın boyutuyla düşündüğümüz, daha çok mitolojik anlamlar yüklediğimiz değerleri onlar, tarihsel olarak gerçek figürleri ile bizlere empoze edip dönüştürmek için bir zaaf olarak kullanıyor.
Bunların hepsi başta cemevleri olmak üzere Alevilerin sosyalleştiği birçok alanlarda çok aktif rol almış durumdalar. DirekT sizi dönüştürmeye çalışmadıkları için siz, bir sabah kalkıp ‘aslında ben Şii’ymişim’ demiyorsun. Onun için belli bir süreç gerekiyor. O sürecin sonunda aslında tırnak içinde söylüyorum ‘Aleviliğin sapmamış, orijinal halinin Şiilik olduğu’ kanaatine varıp direkt ‘Aleviyim’ diye devam etse de pratikte tamamen Şiileşen, zaten yüzüne, tipine, her şeyine baktığın zaman bir de anlıyorsun ki artık o aşama çoktan geçmiş.
Zaten bu aşamaya geçerken ki aşamada kullandıkları o ara geçiş sürecine ben kitapta ‘Dolaylı Şiacılar’ diyorum. Dolaylı Şiacılık en tehlikeli boyutu. İslam özcülük, direkt İslam propagandistliği yapan belli bir ekol var. Oradan yola çıkanların çoğu, Alevlerin bütün ritüellerini, inanç kalıplarını İslamileştirip dönüşümü müsait bir hale getiriyorlar. Aleviliği Alevilik yapan bütün özgün özelliklerinden arındırıp tamamen içi boş Şiiliğe geçiş için müsait bir yapıya dönüştürmek için ciddi bir uğraş var. Bununla ilgili birçok çalışmayı hem Avrupa’da hem Türkiye’de görüyoruz. Kitapta kısmen onlara da değiniyorum.
“HATTA MOLLA KIYAFETİ GİYİP CEMEVLERİNİ GEZİYORLAR”
-Türkiye’deki Şialaşmadan biraz daha bahsetmenizi istiyorum. Peki, Türkiye’de bunlar örgütlü bir şekilde mi çalışıyorlar? Daha çok kimler ya da hangi vakıflarla birlikte çalışıyorlar? Alevi toplumu içerisinde nasıl yer bulabiliyorlar?
Bunları çok blok olarak düşünmemek lazım. Hepsi bir kanaldan direk misyonerlik faaliyeti için dalmış değiller. Bir grup, çok bilinçli bir şekilde İran’dan tebliğ faaliyeti yürütüyor. Zaten önemli bir kısmı saklamıyor da. Hatta molla kıyafeti giyen Ayetullahlarla beraber cemevlerini gezip tebliğde bulunan örnekler de var. Ama bunun dışında direkt devlet bağlantılı olduğuna inandığım, Diyanetin de son zamanlarda ehvenişer olarak belki kabul edecekleri bir model olarak bunun önünün açıldığını görüyorum.
Çünkü ortak anlaşmalar yapılıyor bu gruplarla. Zamanında yine iktidarın kurdurduğu tabela Alevi derneklerinin bir kısmı bunlarla beraber tebliğ faaliyetleri için cemevlerini geziyor. Yani o parçaları birleştirdiğimiz zaman her yerden biraz bunlara dâhil olduğunu görebiliyoruz. Bunun dışında tamamen hiçbir yerde görevlendirme olmadan da bunların etkisi altında kalıp gerçekten bu İslamcı propagandanın etkisi ile Alevilik içeresinde buna inanan, hakikaten Aleviliği gerçekten İslam’ın en öz hali gören o nedenle de biraz daha İslamlaşarak ayakta kalacağına inanan, orjinliğinin o olduğuna inanan, bir grup da muhakkak var. Ve onlar da bu faaliyetlerin içerisinde yer alıp bilinçsiz bir şekilde bu dönüşüme katkı sunuyorlar.
O dönüşüm tamamlandıktan sonra tamamen yaptıkları şeyin kendilerince Aleviliği yaşatmak olduğunu sanıyorlar. Ama sosyal psikolojik bakış açısıyla da özellikle Alevilik gibi dominant olmayan inanç topluluklarının egemen olan inançlara benzeştikçe yok olduğuna dair
onlarca dünyadan örnekler sayabilirim. Yaptıkları şeyin son kertede ona hizmet ettiği bir gerçek. Alevilik bu nedenle ciddi bir inanç kırımı oluyor. Birçok yerden kuşatılmış durumda bu açıdan.
“ALEVİLİKTEKİ KADININ YERİNİN HATIRLATILMASI GEREK”
Kitapta ‘Alevilikte kadının yeri’ konusuna vurgu yapıyorsunuz. ‘Şii’leşmenin panzehiri Alevilikte kadının yerinin hatırlanması’ diyorsunuz. Alevilikte, Şiilikte kadının önemi ve farkları nelerdir? Ne olursa bir panzehir oluşmuş olacaktır?
Bizde genelde can kavramı üzerinden cinsiyetsizlik olgusu, kadına, erkekle beraber eşitlik tanındığı ve her anlamda bunun bir pozitif yansıması olduğuna dair sürekli bir söylem gelişir. Bunlar her ne kadar günlük yaşamda, Alevilikte pek karşılığı olmasa da bir gerçek. Yani cemevinden tutun, Alevi kurumlarına kadar kadın temsilinin çok düşük olduğu bir realite söz konusu. Ama en azından inancın felsefesinde, teorisinde böyle bir şey var. Alevilikte kadının farkı çok belirgin bir şekilde ortaya konmuş durumda. Bunun pratiğe geçmemesi zaten Şiacı ve İslamcı ekolün işine geliyor. Şiilerin inancının hiçbir yerinde kadının bir rol aldığını göremezsiniz. Ne inancının ritüeli içerisinde ne de pratiği ile ilgili herhangi bir yerinde kadın her anlamda görünmez bir varlıktır. Genel İslamcı mantalitesi de budur. Ama Aleviliğin hem inanç hizmeti yürütme boyutunda, Analık kavramından tutun da diğer birçok kadının belirgin bir şekilde varlığını hissettireceği alanlarda buna müsait bir yer var.
Bu nedenle Şiilerle Aleviler arasındaki en belirgin farklardan birisi olan bu konunun üzerine gitmek gerekiyor. Kadını daha belirgin bir şekilde Alevilikteki kadının yerinin hatırlatılması, kadının toplumsal alanda ciddi bir yer bulması gerekiyor. Bu sadece kadınlar için bir kazanım değil Aleviler için bir kazanıma dönüşecektir. O nedenle de işin bu boyutu Alevi hak mücadelesi için de hem asimilasyona karşı bir duruş açısından da çok çok önemli olduğuna inanıyorum.
“İÇİMİZDEN ÇIKAN CİDDİ BİR TEHDİT SÖZ KONUSU”
-Bir bütün olarak bu Şiileşmeye karşı neler yapılmalı? Nasıl bir tutum alınmalı?
Her şeyden önce farkındalık sağlamak lazım. Mesela ben bundan iki yıl önce bu konuyu PİRHA’da söz ettiğimde birçok insan ilk kez duyduğunu söylemişti. Önemli bir oranda bir farkındasızlık vardı. İrdeledikten sonra birçok kişi bunun karşılığı olduğu, buradaki tehlikenin, tehdidin ne demek olduğunu gördü. Ama önceden ben şunu gördüm ki en etkin kurumlarımızda dahi çok ciddi anlamda bu konuda bir bilgisizlik var. O alan tamamen boş bırakılmıştı. Kendi içimizden çıkan ciddi bir tehdit söz konusu olmaya başladı artık.
Buna karşı ne yapılabilir? Her şeyden önce bir farkındalık sağlamak lazım. Böyle bir tehdit var, böyle bir tehlike var. Aleviliğin kendi varlığı için çok önemli bir yer edinen kavramlarının Şiilikteki tarihsel gerçekliği ile bire bir karşılığı olmadığını hatırlatmak gerekiyor.
Zaaf olarak kullandıkları bütün kavramların içini Alevice doldurmak gerekiyor. Bu anlamda özellikle işin eğitim ve örgütlenme boyutu çok önemli. Bizim arkamızda herhangi egemen bir güç, devlet yok. Tam tersine toplumsal baskınlık da zaten bizim aleyhimize işliyor. Bizim tek kendimizi var edebileceğimiz, inancımızı koruyabileceğimiz alan Alevi örgütlenmesi, Alevi kurumları. Bu nedenle kurumların bu işin örgütlenme ve eğitim boyutuna çok ciddi bir şekilde odaklanması gerekiyor. İşin içerisinde sadece kafa kol ilişkileri ile eş dost ahbapları çağırıp konferans vermekten bahsetmiyorum. Bu işte uzman, örgütlenmeden, pedagojiden, Aleviliği kendi felsefesi ile inanç hizmeti yürüten kişiler dâhil olmak üzere herkes bir araya gelip kendi bulunduğu yerelin özelliklerini de görüp göz ününde bulundurarak çeşitli faaliyetleri başlatmaları lazım. Bunlar bir kere tabandan sahaya, her yere yayılıp bu farkındalığı sağlayacaktır. Devamında da aradaki farkları çok belirgin belli bir şekilde çizmek lazım ki Alevilerin özünün Şiilik olmadığı, bunun tamamen safsata olduğunun farkında olunması gerekiyor. Yani bu iddiayı ortaya atanların aslında altının boş bir şekilde sadece asimilasyona hizmet ettiğini göstermemiz lazım.
ALEVİLİĞİN ORJİNALLİĞİNİ NASIL KORUYABİLİRİZ?
-Bu Şiileştirme çabasına karşı karşılık Alevi örgütlerinin vermiş olduğu mücadele yeterli mi?
Son bir yılda en azından yaptıkları açıklamalardan bir farkındalık oluştuğunu görebiliyorum. Birçoğu, böyle bir tehdit olduğunun artık farkında. Ama somut bir adım atıldığı konusunda benim herhangi bir bilgim yok. Bence henüz yeterli bir şey yapılmış değil. Belki farkındalık sağlandı ama bununla ilgili ne yapılabilir? Ne edilebilir belli tuzaklara düşmemek lazım. Burada amaç; Aleviliği alıp başka bir yere koymak değil. Çünkü bambaşka bir fantastik teorilerle ortaya girenler var, Şiiliğin dışında başka iddialarla girenler var. Aleviliği başka yerlere çekip herkes kendi amacına hizmet edecek bir yere çekmek isteyebilir.
‘Aleviliğin geçmişten günümüze geliş orijinalliğini nasıl koruyabiliriz’i oturup tartışmamız lazım. Bunu koruyabilmek için mevcut günümüz şartlarında artık küreselleşmenin çok hat safhaya geldiği bir dönemde yaşıyoruz. Artık kırsalda 200-300 kişinin aynı ocağa bağlı, belli taliplerle inancını yürütebileceği bir süreçte değiliz. Herkes birbirleriyle etkileşim halinde. Bunların da farkındalığıyla ‘inancı kendi özgün yapısıyla nasıl ayakta tutabiliriz’ onun tartışmasını yapıp şu an ciddi şekilde ilerleyen Şialaşmaya karşı bir duruş sergilemeli.
“ALEVİLİĞİN ÖZÜNÜ ANLATMAK O KADAR KOLAY OLMUYOR”
-Yani, Alevilik sadece İran’da dar bir coğrafyaya sığdırılamayacak kadar zengin ve derin bir inanç mı?
Kesinlikle. Alevilik herhangi bir coğrafyanın sınırı içerisine hapsolmuş, onun dar kalıplar içerisinde, sadece onun çerçevesi ile tanımlanamaz. Bunu diyenlerin zaten Alevilik felsefesine de çok uzak oldukları anlaşılıyor. Ama günümüz koşullarında her şeyin teolojik belli kalıplarla algılandığı bir alanda insanlara Aleviliğin o felsefesindeki özünü anlatmak o kadar kolay olmuyor. Çünkü herkes karşılığını günümüzdeki pratiklerle anlamak istiyor. ‘Belli vakitleri, belli yeri, belli şekli olması lazım’ diyor. O yüzden Alevilik sürekli bir yerlere itilmeye çalışılıyor. Sıkıntı biraz da buradan başlıyor aslında.”
Eren GÜVEN-Cebrail ARSLAN/ ANKARA
Yoruma kapalı.