Toplumsal köleleşmenin kaynağında kadının köleleştirilmesinin, sömürgeleştirilmesinin olduğu kesindir. Alevi toplumunu bu gerçeklik ekseninde değerlendirdiğimizde ilk göze çarpan yan, kadın ile erkek arasında belli bir anlayış, saygı ve eşitlik düzeyinin olduğudur. Ancak bu özgür ve eşit bir ilişki anlamına gelmemektedir.
Tarihi bulgular Kürtlerin ve eski Ortadoğu toplumlarının toplumsallığın gelişmesinde ve neolitik sistemin kuruluşundaki başat rollerini doğruluyor. Kürtler ve diğer Ortadoğu halkları neolitiği çok derinliğine yaşayan bir toplumsal kesimi oluşturuyor. Bu açıdan kökleri tarihin derinliklerine uzanan Ortadoğu halkları komünal yaşam biçimi olan neolitik kültürü çok güçlü bir biçimde özümsemişlerdir.
Devletçi-iktidarcı sistemin gelişimiyle birlikte komünal yaşam sistemi büyük bir darbe alsa da bu sistemin inşacı toplumları ataerkil sistem karşısında büyük direnişler sergileyerek bu değerleri korumuş ve geleceğe aktarmışlardır. Tarihsel gelişim ise sürekli çatallı olmuş, devletçi-iktidarcı uygarlık ile neolitik sisteme dayanan demokratik uygarlık arasında çelişki ve çatışmalar derinleşerek sürmüştür. Zira çelişki ve çatışmanın yoğunluğu oranında bir etkileşim de yeni sentezler oluşturarak tarih yaratma serüvenine devam etmiştir. Çatışmanın yoğunluğu içinde hangi uygarlığın etkinlik düzeyi yüksek olmuşsa diğerini etkileme düzeyi de bir o kadar güçlü olmuştur.
İnsanlığın ana soy damarlarından biri olan Kürtlerin de tarihsel süreç içerisindeki gelişimleri ana çelişki ile tali çelişkilerin çatıştığı eksende bir seyir izlemiştir. Büyük bir kesim ana soy ağacına bağlı kalarak yarattığı demokratik-komünal değerleri tüm egemen baskılara rağmen önemli oranda koruyarak insanlığın özgürlük umutlarını hep diri tutmuş, demokratik uygarlığa sürekli bir aşı rolü oynamıştır. Toplumun belli bir kısmı da ana gövdeden koparak devletçi sistemin anaerkil sistemden çalarak erkek aklın analitik gücüyle başkalaşıma uğrattığı, maddi-sanal değerlerin sahte cazibesi içinde erimiş, işbirlikçileşmiştir.
Öz değerlere bağlı kalarak direnen büyük toplum kesimleri, devletçi-iktidarcı uygarlığın baskıları ve şiddeti yoğunlaştıkça, varlığını sürdürmek için, içinde bulundukları dönemin siyasal-sosyal realitesini dikkate alarak ve etkilendiği oranda da esas alarak, yeni bir kültür ve inanç harmanlamasına gitmişlerdir. Önemli oranda özünü korumakla birlikte farklı bir forma da kavuşmuşlardır. Ataerkil devletçi sistemin acımasızlığı karşısında var olmak için direnen toplum, biçim değişikliğine, adeta denizde boğulmak üzere olan birinin yılana sarılması gibi sarılmıştır. Yani ya kaba bir direnişe geçip kırılıp yok olacaklar ya da elbise değiştirip varlıklarını koruyacaklar. Genellikle yaşanan ise ikinci seçenek olmuştur. Etkileşimin de yol açtığı esneme kabiliyeti toplumun yaşam tutkusu ile birleşince doğal değişim ve gelişim diyalektiği özü hem korumuş ve hem de özden çok sayıda sapma ortaya çıkarmıştır.
Bu diyalektiksel gelişimi daha özel bir konuya indirgeyerek Alevi gerçeği ile bağlantılı bir çerçeve çizmeye çalışırsak, göreceğiz ki Alevilik de bu diyalektiksel döngünün bir parçasıdır. Alevilik, devletçi-iktidarcı uygarlık karşısında direnen toplum gerçeğidir. Dolayısıyla devletçi-iktidarcı sistemle bütünleşmeyen, uzağında kalan, sürekli çelişki ve çatışma halinde olan bir toplumsal gerçekliktir. Bu olguyla bağlantılı olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; İslamiyet’in ortaya çıkışı ve iktidarlaşmasıyla birlikte direnen toplum yapısı Alevilik ismini alsa da öncesinde de bu direniş geleneği daha güçlü bir biçimde mevcuttur. Çeşitli inanç-kültür biçimlerinde bunu görmek mümkündür. Özellikle insanlık tarihinde ilk çıkışları itibariyle büyük bir ahlak devrimi anlamına gelen inanç biçimlerinde direniş geleneği çok güçlüdür. Tarihte tüm inanç biçimleri birbirinden çok büyük oranda etkilenmişlerdir. Toplum yeni yaratımlarla ve mevcut birikimin senteze uğratılmasıyla sürekli yol aldığı için zamanın her diliminde sayısızda birikimi yaşadığı ana aktarıp oradan da aldıklarıyla yoluna devam etmeyi sürdürmüştür.
Alevi toplumu da henüz Alevilik ismini almadan önce de tarihin başlangıcından bu güne tarihi besleyerek ve kendisi de değişik kültür ve inançlardan beslenerek zamanımıza kadar gelmiştir. Alevilerin inanç ve kültürlerine baktığımızda toplumsallaşmadan bu güne yaşanan her tarihsel gelişmeden bir kalıntı bir iz görmek mümkündür. Aleviliğe bu konuda en büyük etkiyi belki de Zerdüşt inancı ve felsefesi yapmıştır. Derinlikli bakıldığında Alevilikle Zerdüştlük arasında birçok ortak noktaya rastlanır. Zerdüştlükte devletçi-iktidarcı uygarlığın insan iradesini eriterek köleleştirdiği toplum gerçeğine karşı büyük bir öfke vardır. Bu açıdan Zerdüşt, iradeli-özgür insan gerçeğini çok fazla önemsiyor. Zerdüşt iradeli insan ile toplumsal özgürleşmeyi ve kurtuluşu amaçlıyor. Zerdüşt’ün felsefesi, tanrı-kralların zulmü altında iradesizleştirilerek kullaştırılan, değersizleştirilen ve hayvanlık sınırlarında seyreden insana, insan onurunun düşüşüne bir başkaldırı ve müdahaledir. Bu anlamda Zerdüşt inancında insana değer, insan iradesine saygı çok temel bir yaşam anlayışıdır. Benzer bir insan yaklaşımı Alevilikte de vardır. “Benim Kabem insandır. Her ne arar isen kendinde ara. Tanrı insanda tecelli eder. Kendi özünü bilmek tanrıyı bilmektir. Yetmiş iki milleti bir gör” sözleriyle somutlaşan bu yaklaşım, insanı, tüm varoluşların en değerli varlığı olarak görür. “İbadet ederken yüzünü başka bir insanın yüzüne çevir, onda tanrıyı, tanrıda kendini göreceksin” denilir. Tanrının insanda varlık bulması anlamına da gelen bu yaklaşım kaynağını, tanrıça inanç kültünden aldığı kadar bu inancın yoğun etkisinde olan ancak dönemi itibariyle özgünleşen Zerdüştlükteki tanrı inancından da alır.
Aleviliğin yoğun etkisinde kaldığı Zerdüşt’ün Mazda inancında tanrı, her şeyi kendisinden yaratandır. Mazda sözcüğünün etimolojik anlamı da bu gerçeğe daha iyi açıklık getiriyor. Kürtçenin Zazaca lehçesinde Maz ya da Ma: biz, da: verdi anlamına geliyor. Yani ‘tanrı’, ‘bizi veren’ anlamındadır. Kürtçenin Kurmancî lehçesinde ise Mazda anlamında kullanılan Ezda da, Ez: biz, da: verdi anlamına gelmektedir. Xada kavramlaşmasında da aynı anlam kendisini tekrar etmektedir. Xa: kendi, da: verdi-dir. Burada da yine tanrı, ‘bizi veren’ anlamına gelmektedir. Bu örneklerden anlaşılması gereken tanrının insanı başka bir şeyden yaratmayıp kendisinden bir parça olarak yarattığı inancıdır. Bu bakış açısına göre tanrı, hiçbir şeyi yoktan var etmiyor, kendisi vardır ve her şeyi kendisinden bir parça olarak ve kendisinden vererek yaratıyor. Bu durumda parça, bütünün tüm niteliklerini içinde taşımış oluyor. İnsanda ise bu durum en üst düzeyde anlam buluyor. Çünkü insan oluşumlar içinde en son oluşum olduğu için tüm oluşumların toplamı ve en gelişmiş-yetkin hali gibi bir durum ortaya çıkıyor. Doğadan çıkan ve doğanın en gelişmiş üst hali de diyebileceğimiz bu insan, evrenin tüm oluşum potansiyelini içinde taşır haldedir. Evren bir makro-kozmos ise insan da evrenin tüm oluşum halini bünyesinde barındıran bir mikro-kozmostur. Yani evrenin bütün oluşum enerjilerini içinde barındıran cisimleşmiş bir tanrıdır. Bu noktada Alevi inancındaki ‘tanrı insandadır’ felsefesi bu biçimde açıklık kazanmış oluyor.
Kadına yaklaşımda da çok ciddi bir benzerlik söz konusudur. Zerdüşt felsefesinde kadın ile erkek arkadaştır. Her ikisi birbirine saygılı ve eşit yaklaşmalıdır. Kadın iradesine saygıyı ifade eden bu felsefe Alevilerde de etkili bir yaklaşımdır. Alevilerde yaşam içerisinde kadının aktivitesi erkeğe yakın bir noktadadır. Birçok çalışmada ortak yer almaktalar ve ibadetleri de ortaktır.
Alevilerde kültürün ve ahlakın temelini kadın oluşturmaktadır. Ataerkil tarihin yaratımı olan toplumsal cinsiyetçiliğin etkileri olsa da genel toplumsal gerçekliğe vurulduğunda Alevilerde kadın ile erkek arasında belli bir ahenk ve uyumdan bahsedilebilir. Alevi inancına göre tanrı kadın ile erkeği kendisinden bir parça olarak eşit yaratmıştır. Bu açıdan kadına yaklaşım daha eşitlikçi ve adildir. Baskının ve zorun sınırlı olması kadının biraz daha serbest ve bağımsız bir biçimde yetişebilmesine katkı sunmaktadır. Alevilerde genelde evlilikler tek eşlidir, çok eşli evlilikler oldukça nadirdir. İslamiyet inancındaki çok eşli evlilik kültürüne Alevilerde pek rastlanmaz. Bu yönlü gelişen evliliklerin temel nedeni de ya çocuk sahibi olmamadan kaynaklıdır ya da çocukların sadece erkek veya kız olmasıdır.
Kadına yaklaşım bir toplumun gelişkinlik ve özgürlük düzeyini yansıtmakla birlikte o toplumun ahlakını da ortaya koyar. Toplumsal düşüşte ve yükselişte kadın olgusu ve kadına yaklaşım belirleyici bir faktördür. Kadın erkekle ne kadar eşit ve özgür bir statüde ise o toplumun özgürlük düzeyi de bir o kadar yüksektir. Toplumsal özgürleşmenin kadın özgürlüğüyle bire bir bağlantısının olduğu her geçen gün daha fazla açığa çıkan ve varlığını oldukça yakıcı hissettiren bir olgudur. Toplumsal köleleşmenin kaynağında kadının köleleştirilmesinin, sömürgeleştirilmesinin olduğu kesindir. Alevi toplumunu bu gerçeklik ekseninde değerlendirdiğimizde ilk göze çarpan yan, kadın ile erkek arasında belli bir anlayış, saygı ve eşitlik düzeyinin olduğudur. Ancak bu özgür ve eşit bir ilişki anlamına gelmemektedir. Devletçi-cinsiyetçi sistem kültüründen önemli düzeyde bir etkilenme de söz konusudur.
Sonraki mesaj
Bunları da beğenebilirsin
Yoruma kapalı.