PİRHA- Türkiye’de Alevilere yönelik nefret saldırıları artarak sürüyor. Kanun Hükmünde Kararname ile üniversitedeki görevinden ihraç edilen Barış Akademisyeni Celil Kaya, Alevilere yönelik ayrımcılığın, nefret söyleminin çok derinlerde olduğunu, çok eskiye dayandığını söyledi. Alevilere yapılan nefret saldırılarında yasaların işlemediğini hatırlatan Kaya, özellikle Alevi kurumlarının son 20-30 yıldaki örgütlenmelerinin ayrımcılığın ve nefret söyleminin görünür hale gelmesinde işlev gördüğünü ifade etti.
Nefret suçu; bir kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi ön yargı doğurabilecek nedenlerden dolayı işlenen, genellikle şiddet içeren suçlardır.
Nefret suçu, insanlığa karşı işlenmiş olarak görülüyor ve uluslararası hukukta karşılığı var. Ancak günlük yaşamda özellikle inancı, kültürü, yaşam biçimi, dili vb. farklı olan toplum ve topluluklar nefret diline, baskısına ve saldırısına maruz kalıyor.
Türkiye’de geçmişten günümüze nefret saldırılarına maruz kalan toplumlardan biri de Aleviler. Alevilere yönelik nefret saldırıları artarak sürüyor. Devlet tarafından inancı ve ibadethanesi kabul edilmeyen Aleviler, okulda, sokakta, işyerinde, hastane, mahallede, yaşadığı apartmanda aşağılanıyor, hor görülüyor, hakarete uğruyor.
Türkiye’de nefret suçları ile ilgili kapsamlı bir yasal düzenlemenin eksikliği sistematik bir biçimde bu saldırıların devam etmesine de zemin hazırlıyor.
Peki nefret suçu kaynağını nereden ve nelerden alıyor? Yargı Alevilere dönük nefret suçuna karşı ne yapıyor? Demokrasiyi ve eşitliği savunan kurum ve kuruluşlar Alevilere dönük nefret suçlarına karşı ne yapıyor? Tüm bu soruları ve daha fazlasını akademisyen, yazar, tarihçi, hukukçu, insan hakları savunucularına sorduk.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde Doktora yapan ve aynı bölümde Öğretim Görevlisi olarak çalışırken 2016 yılında imzaladığı ‘Barış Bildirisi’ gerekçe gösterilerek Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile üniversiteden uzaklaştırılan ve milliyetçilik, ulusal kimlikler, diaspora gibi alanlarda çalışma yürüten Celil Kaya, sorularımızı yanıtladı.
“SAĞCI FAŞİST HAREKETLERİN NEFRET SÖYLEMİ ÜRETMESİ ŞİDDETİ ARTIRIYOR”
PİRHA: Türkiye’de ve dünyada nefret söylemi ve buna bağlı olarak da nefret söyleminin ortaya çıkardığı şiddet artıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
CELİL KAYA: Aslında dünyada ayrımcılık, nefret söylemi, nefret söyleminden kaynaklı şiddet ve nefret suçları her zaman olagelmiş olan olgular ve gerçeklerdir. Bu anlamda son yıllarda dünyada da Türkiye’de de bir artış var. Bunun bir kaç nedeni olduğunu düşünüyorum. Bir tanesi dünyada yükselen otoriter sağ popülist yönetimler. Bizim ülkemizde dahil olmak üzere dünyanın birçok yerinde, yönetimde olmasalar bile yükselen sağcı, faşist hareketler var. Yükselen bu tip hareketler zaten nefret söylemi üretmeye, ayrımcılık üretmeye müsait politik hareketler. Yönetimlerde böyle olunca nefret söylemi, ayrımcılık ve şiddet artıyor.
Bir diğer sebebi de dünyada artan göç trafiği. 2010’larda Ortadoğu’da yaşanan toplumsal hareketler, çatışmalar, savaşlardan dolayı birçok ülkeden Avrupa ülkelerine göç dalgası başladı. Göçler her zaman ayrımcılık ve nefret söylemine müsait olgulardır. Çünkü topluluk, bir yabancı toplulukla karşılaşır ve devletler de buna yönelik iyi bir entegrasyon politikası, demokratik bir yönetim sergilemezse gelen göçmenlere, mültecilere, yabancılara yönelik bir şüphe daha sonra ayrımcılık ve nefrete ardından şiddete varan olgulara sebep oluyor.
Başka bir sebep olarak da dünyadaki ekonomik sıkıntıları gösterebiliriz. Göç trafiğiyle bağlantılı olduğu da söylenebilir. Çünkü göçmenlere, mültecilere karşı ‘bunlar geliyorlar ve bizim ekmeğimizi elimizden alıyorlar’ yani bizim olanın bir kısmını onlar alıyor gibi bir algı ortaya çıkıyor. Ekonomik sıkıntılar, ekonomik krizler derinleştikçe bunun suçlusu olarak gelen göçmenler görülür. Bu çok yanlış ve çarpıtılmış bir algıdır. Ama bu bir olgu bir gerçekliktir.
Dolayısıyla bu bakış, yani onlara yönelik bu ekonomik bakış ayrımcılığı, nefreti, nefret söylemini ve bundan dolayı nefret söyleminin doğurduğu şiddeti katlayarak devam ettiriyor.
“ALEVİLERE YÖNELİK AYRIMCILIK HEP VARDI”
Aleviler, Türkiye’de nefret söylemine en çok maruz kalan toplumsal kesimlerden biri. Alevi toplumuna dönük bu dil sizce kaynağını nereden alıyor?
Alevilere yönelik ayrımcılığın, nefret söylemi niteliğinin diğer toplumsal gruplardan, kimlik gruplarından, inanç gruplarından farklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü kaynağı çok daha derinlerde, çok daha eskiye dayanan bu topraklarda maalesef bir ayrımcılık ve nefret söz konusu. Yüzyıllardır Anadolu coğrafyasında ya da eski Osmanlı coğrafyası diyelim, Alevilere yönelik bir ayrımcılık zaten var. Mesela Kürtlere ya da farklı kimlik gruplarına yönelik ayrımcılığa baktığımız zaman tarihi daha yeni. Daha modern dönemde, ulus kimliğinin inşa edilmesiyle birlikte 100-120 yıllık en fazla 150 yıllık bir tarihi vardır diyebiliriz. Alevilere yönelik ayrımcılığın kökleri çok daha derinlerde.
Alevilere yönelik nefret söyleminin, Cumhuriyet kurulduktan sonra, laikliğin iyi işlediği dönemlerde kısmen azaldığını söyleyebiliriz. Belki ayrımcılığın değil ama en azından nefret suçlarının biraz azaldığını söyleyebiliriz. Yüzyıllardır Alevilere yönelik şüphe, ayrımcılık ve nefret hep devam etti. Çünkü bu hep devletin tepesinden aşağı doğru yayıldı. Yukarıda bir ayrımcılık, nefret üretildi ve bu aşağı doğru hep yayıldı. Bunun sebebi de önce Osmanlı Devleti’nin sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin de bir Sünni İslam anlayışı üzerine inşa edilmiş olması ve bunun hakim inanç olması.
Alevilere yönelik ayrımcılık hep vardı ama özellikle de tabi son yıllarda iktidarın Sünni İslam doktrinini neredeyse resmi din olarak kabul etmesi ve bunu hem topluma hem Diyanet kanalıyla, eğitim kanalıyla yani imam hatip okullarının artmasıyla empoze etmesi. Bu nedenle Alevilere yönelik ayrımcılık, nefret maalesef daha da artmış durumda. Özellikle AKP döneminde. Buna aslında bilinçli olarak arttırılan bir ayrımcılık diyebiliriz.
“ALEVİLERE YÖNELİK NEFRET SÖYLEMİ KULLANILDIĞINDA YASA İŞLEMİYOR”
Hukuksal anlamda nefret söylemine ve eylemine dönük yeterli bir mekanizmanın devrede olduğunu düşünüyor musunuz?
Sadece kurallara normlara baktığınızda hem Anayasa’da hem diğer yasalarda ayrımcılığa, nefret söylemine yönelik yeterli olmasa da bir takım düzenlemeler var. Ancak mesele bunların uygulanması ve nasıl uygulandığı. Yani şöyle diyebiliriz: Düzenlemeler, doğrudan yer almasa da bazı kimlik ve inanç gruplarını koruyor. Türkiye’ye baktığımızda bu yasaların Türkleri ve Sünni Müslümanları koruduğunu söyleyebiliriz. Onların inançlarını, onların kimliklerini koruyor. Yasalarda, halkın bir kesimini aşağılamak, halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmek gibi düzenlemeler, metinler var. Fakat bunlar kimlere yönelik uygulanıyor. Örneğin Alevilere yönelik nefret söylemi kullanıldığında ya da onların inançları aşağılandığında bu düzenlemeler devreye girmiyor. Bu gayrimüslimlere, LGBT+’lara vb. gibi farklı kimlik gruplarına yönelik nefret söylemlerinde bunlar uygulanmıyor.
Nefret söylemi hangi kimlik grubuna yönelik olursa olsun, bir suç ve yargılama konusu olmalı. Ancak Türklüğe ve Sünni İslam’a yapılan eleştiriler bile bunun konusu olabiliyor. Yani düzenlemeler var ama yeterli değil. Var olan yasalar bile hakkıyla gereği gibi uygulansa, ayrımcılık, nefret suçu ve bunlardan kaynaklanan psikolojik ve fiziksel şiddet epeyce düşürülebilir. Fakat uygulanmıyor. Yeterli olmayan düzenlemeler bile, ana akım olmayan kimlik ve inanç kurumları için uygulanmıyor. Dolayısıyla hukukun burada kimlik ve inanç kurumlarını koruma konusunda neredeyse hiç işe yaramadığını söyleyebiliriz.
“ALEVİ KURUMLARININ ÖRGÜTLENMELERİ AYRIMCILIĞI, NEFRET SÖYLEMLERİNİ GÖRÜNÜR KILDI”
Buna ilişkin demokratik kurumlar yeterli refleksi ortaya koyuyor mu?
Kısmen evet. Demokratik gruplar yapabildiği kadar buna tepki gösteriyorlar. Buna yönelik refleksler üretiyorlar. Örneğin; Alevilere yönelik nefret söylemi ile ilgili Alevi kurumları konuyla ilgili sık sık açıklamalar, eylemler yapıyorlar, tepki gösteriyorlar. Özellikle Alevi kurumlarının son 20-30 yıldaki örgütlenmeleri ayrımcılığın ve nefret söyleminin görünür hale gelmesinde işlev gördü. Alevi örgütlerinden farklı farklı demokratik kitle örgütleri de tepkiler gösteriyorlar. Ancak bu yeterli olmuyor, yeterli olmamasının sebebi ise onların sesinin yeterince yayılmaması, kitlelere ulaşmasının engellenmesi. Son yıllarda sivil toplum üzerinde, demokratik kitle örgütleri üzerinde büyük baskı mevcut. Çoğu kapatılma tehlikesiyle, devletin en üst noktasıyla tehdit ediliyorlar. Örneğin; Türk Tabipler Birliği ya da bazı barolar, demokratik dernekler, vakıflar sürekli bir kriminalize edilme, kapatılma tehdidi, yöneticilerin, üyelerin tutuklanması tehdidiyle karşı karşıyalar. Dolayısıyla hem yeteri kadar işleyemiyorlar, hem de seslerinin yayılma alanı çok daraltılıyor. Yani bir şeylere tepki verdiklerinde, mücadele ettiklerinde, bunun çok geniş kitlelere yayılması çok mümkün olmuyor. Çünkü bu kanallar devlet tarafından tıkanıyor.
“NEFRETİ, AYRIMCILIĞI YAYAN ANA AKIM MEDYA VAR”
Nefret dilinin topluma yayılmasında başta rol oynayan güçlerden biri de medya. Medya bu dili neden kullanıyor?
Öncelikle ‘Ana Akım Medya’ diyelim. Bütün iktidarlar, özellikle otoriter yönetimler medyayı kendi iktidarlarını sağlamlaştırma aracı olarak kullanırlar. Medya özgür bir medya değilse, iktidarlar tarafından bir rıza üretme mekanizmasına dönüştürülür. Türkiye’de de ana akım medya eskiden beri devletin temel politik siyasal-toplumsal yönelimlerine paralel şekilde hareket eder. Böyle bir çizgi izleye gelmiştir. Türkiye tarihindeki katliamlara, suikastlara baktığınızda hepsinde aslında medyanın bir noktada rolü olduğunu, kışkırttığını, yol verdiğini görürsünüz. AKP döneminde ana akım medyanın neredeyse tamamı iktidarın güdümüne girmiş durumda ve iktidarla tamamen paralel uyumlu bir biçimde bir çizgi izlemeye başladı. Bugün bakıldığında devletin tepesinden aşağı doğru yayılan, bazı topluluklara, bazı kimlik, inanç gruplarına yönelik bir nefret söz konusu. Medya da bunun temel aracı oluyor.
Ana akım, iktidar yanlısı medyanın yanında bir de özgür medyadan, alternatif medyadan da bahsetmek gerekir. Fakat alternatif ve özgür medyanın şöyle bir dezavantajı var. Yine otoriter dönemlerde sesleri o kadar kısılır ki hem kaynak bulmakta çok zorlanırlar hem de yaygınlık kazanmakta çok büyük zorluk çekerler. Türkiye’de muhalif medya mecraları sık sık kapatılmayla karşı karşıya kalıyor. Bu da ekonomik kaynak demek, insan kaynağı demek, yoğun emek demek vs. Özgür medya bunlarla karşı karşıya kalınca yaygınlaşma imkanı bulamıyor. Dolayısıyla gerçekleri yazacak olan, daha eleştirel bir yerden siyasete, devlete yaklaşacak olan medya mecraları yeterince alan bulamıyor kendine. Devlet bu kanalların da önünü tıkıyor ve tabiri caizse meydan bu nefreti yayan, ayrımcılığı yayan ve iktidar güdümünde işlev gören ana akım medyaya kalıyor.
“NEFRET SUÇUNA MARUZ KALANLARIN DAYANIŞMA İÇİNDE OLMASI GEREKİYOR”
Nefret söyleminin ortadan kalkması için ya da en azından azaltılabilmesi için ne yapmalı?
Bu birkaç boyut olarak ele alınabilir. Birincisi ayrımcılığa, nefret söylemine, nefret suçlarına maruz kalan farklı toplulukların birbiriyle dayanışma içinde olması. Örneğin; Alevilik bir inanç grubu, Kürtlük bir ulusal kimlik grubu, LGBT’ler bir cinsel yönelim grubu, kadınlar bir cinsiyet grubu vs. bakıldığında sanki hepsi birbirinden ayrı şeyler olarak görülüyor. Evet kimliğin içeriği olarak farklı olabilir, fakat bunların hepsi benzer bir yerden ayrımcılığa ve nefret söylemine maruz kalıyor.
Bugün baktığımızda iktidar, hem yöneticiler hem de iktidar destekçileri Kürtlerden de, Alevilerden de, LGBT’lerden de, gayrimüslimlerden de nefret ediyorlar vs. Aslında bu birbiriyle çok ilişkili bir durum. Dolayısıyla bu kesimlerin birbiriyle dayanışma içinde olması, bu dayanışmanın belki bir mücadele birliğine de varması çok önemli. Bu dayanışma ilişkisi iktidara karşı ve çoğunluk tahakkümüne karşı daha güçlü bir direnç yaratacaktır.
İkincisi ise her ne kadar etkisiz de olsa, uygulamada yetersiz de olsa hukuki düzenlemeler ve hukuki mücadele de önemli. Var olan hukuki düzenlemelerin daha ileriye taşınmasını sağlamak ve bunun için mücadele etmek ve tabi bunların uygulanması için mücadele etmek gerekir. Tek bir kimlik ya da inanç grubu için değil, bütün farklı inançlar, farklı kimlikler, farklı cinsel yönelimler vs. uygulanmasını sağlamaya çalışmak. Bunun için mücadele etmek. En azından nefret suçu işleyen biri, bunun karşılıksız kalmayacağını bilmeli. Kişi bir yaptırımla karşı karşıya kalacağını düşünürse bu durum kısmen azalabilir. Çünkü bunun bir sebebi de cezasızlık politikasıdır. Cezasızlık bu tip şeylerin artmasına sebep oluyor.
Bir de farklı bir kimliğinin, inancının, cinsel yönelimin diğer gruplar için bir tehlike olmadığını anlatmaya çalışmak ve bunların bir arada yaşayabileceğini, demokratik bir biçimde, barış içinde yaşayabileceğini, ısrarla anlatmak, bunun için mücadele etmek hepsinden en önemlisi diye düşünüyorum.
Diren KESER-Diren SATI/ PİRHA
İlgili Haberler:
2-Avukat Eren Keskin: Alevilerin hakları birçok kez ihlal edildi-VİDEO
3-Tarihçi-Yazar Erdoğan Aydın: Nefret suçu doğrudan rejimle bağlantılıdır-VİDEO
4-‘Alevi örgütleri nefret saldırılarına karşı ortak tavır geliştirmeli’-VİDEO
5-‘Aleviler, tarih boyunca nefret suçuna maruz kaldı’-VİDEO
6-‘Alevi düşmanlığı bu toplumun genlerinde var; iflah olmaz’-VİDEO
Yoruma kapalı.