Alevi Haber Ajansi

Gundîk Köyünde ilk kez ‘Doğa, Kültür ve İnanç Festivali’ yapılacak!

PİRHA – Göle İlçesine bağlı Gundîk (Koyunlu) köyünde 11-12-13 Temmuz’da doğa, kültür ve inanç festivali yapılacağı açıklandı.

Ardahan’ın Göle ilçesindeki tek Kürt Alevi köyü olan Gundîk’te ‘Köklerimizle buluşuyoruz’ şiarıyla doğa, kültür ve inanç festivali yapılacak. Üç gün sürecek festival programında konser, piknik, doğa yürüyüşü, panel, kutsal mekanlara ziyaret ve cem hizmeti de yer alıyor.

Festival Tertip Komitesi, 11 Temmuz itibariyle Gundîk köyünde bir de cemevi açılışının yapılacağı bilgisini paylaştı.

“BİR YOK OLUŞ SORUNUYLA KARŞI KARŞIYAYIZ”

İlki yapılacak festivale dair yazılı açıklama paylaşan tertip komitesi, bölgede yaşanan göçe dikkat çekerek “Bir yok oluş sorunuyla karşı karşıyayız. Dağılarak, yabancılaşarak, kaybolarak, bu toprağın bize kattıklarını sonraki nesillere aktaramayarak yok oluyoruz” vurgusunu yaptı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Yaşadığımız coğrafyayı bize yurt yapan atalarımıza şükranlarımızı sunarak söze başlamak istiyoruz. Burada yaşasak da yaşamasak da burası bizim yurdumuz, yuvamız, ‘bizimdir’ dediğimiz tek yer. Özlediğimizde dönüp geldiğimiz, rüyalarımızın vatanı, hayallerimizin boy verdiği bu mekân hepimizi birleştiren ortak yanımızdır.

Bir coğrafyayı vatan yapan nedir?

Birçok madde sıralanabilir. Sanırım ilk sırayı burada, bu topraklarda doğmuş olmak ve insan hayatındaki en önemli çağın, çocukluk çağının bu topraklarda geçmesi alır. Doğar doğmaz bizi hayata bağlayan o ilk çığlık bu dağlara sindi. Bizi sarıp sarmalayan, büyüten annemizden emdiğimiz süt bu toprakların bereketini, özünü, kodlarını bize aktardı. Şimdi gördüğümüz, bütün o rengine ve kokusuna hayranlıkla tanıklık ettiğimiz çiçekler içimizde saklı olduğu için bu kadar güzeliz.

Hayatın her anlamdaki diğer renklerine coşkuyla sarılmamızın nedeni içimizde barındırdığımız bu renk ve koku cümbüşü sayesindedir. Ciğerlerimize çektiğimiz o ilk soluk bu coğrafyanın bütün gizemleriyle doludur. Dağı da içimizdedir, çayırı da içimizdedir, deresi de, yağmuru da, kuzusu da kurdu da içimizdedir. Ayak bastığımız her yer, tanıdık bir dost gibi bizi bağrına basıyor. Yıllardır görmesek de kendisine olan bağlılığımızdan, sevgimizden eminiz gibi bakıyor bize. Öyleyiz çünkü. Hiç eksiltmedik onu içimizden. Nasıl eksiltebilirdik ki?

Yağmurunda ıslandık, rüzgârının uğultusu hep kulaklarımızda, duldasına sığındık. Güneşi anne sıcaklığıyla ısıttı bizi. Derelerinde çimdik, kırmızı benekli alabalıkları kaydı avuçlarımızdan. Kuzu otardık dağlarının eteklerinde. İpek bir halıya uzanır gibi çimenlerine uzandık.

Bayramlar yaşadığımız da oldu, karalar bağladığımız da. Coşkulu bir yorgunlukla tırpan biçtik, tırmık yaptık. Kağnılarla ot taşıdık. Bir halaya durur gibi hep beraber ‘Koye Cor’ da kardeşçe paylaşıp hakça bölüştük emeklerimizi.

Metrelerce yağan kar yollarımızı kapatsa da umutlarımız hep diri kaldı. Altı ay boyunca beyazdan başka renk görmesek de içimiz hep baharın renkleriyle doluydu.

Bizden evvel yaşayanlar böyle bir arada bulunmamıza ne kadar sevinirlerdi bilemezsiniz. Gözleri dolardı hepsinin sevinçten. Bizimle gurur duyarlardı kuşkusuz. Çünkü onlar bu coğrafyaya sevgiyi, hoşgörüyü, barışı ekerek gittiler.

Yoksulduk, yiyecek kuru arpa ekmeği bulamadığımız günler oldu. Yoksulluğumuzu paylaşmaktan geri durmadık. Kimse çocukların yatağa aç girmesine izin vermedi.

Bu dağlara güvendik, bu dağları, bu dereleri sevdik. Güneşini, ayını kutsal belledik. Annelerimiz başımızdaki belayı savmak için dağa, güneşe, aya, suya, taşlara adak adayıp dualar ettiler. İnancımız böyle şekillendi. Duamızı bildiğimiz dille yaptık.

Doğaya saygıyı, doğayı korumayı burada öğrendik. Bir zamanlar köyümüzde bir tek ağaç vardı. Kavak ağacı. Gevrik’le köyümüzün arasında. Yalnız bir ağaç. Büyüklerimiz bize o ağaca zarar vermemeyi öğretti. Kutsalımız belledik onu.

Okul hepimiz için büyük bir bilinmezdi. Korkuyla gittik. Anlamadığımız bir dil çıktı karşımıza. Çocuk aklımızla bir anlam veremedik olup bitenlere. O dili konuşmakta zorlandık, şiddet gördüğümüz de oldu, aşağılandığımız da.

Çevre köylerden farklı olduğumuzu büyürken öğrendik. Onların inancına saygıda kusur edilmezdi. Köyümüze Ramazan ayında gelen komşu köylülerin yanında yiyilip içilmezdi. İnanca hoşgörüyü öğrendik böylece.

Zor durumda olanların yardımına koştuk. El birliği ile gönül birliği ile üstesinden gelebildik bütün zorlukların. Nereye yol yapılacaksa birlikte çalışarak yaptık. Köyü birlikte koruduk. Kuralları birlikte belirledik, birlik içinde uyduk kurallara.

Kavga ettiğimiz de oldu. Küstüğümüz de. Ama bu köyün tarihinde ölümüne kavga yaşanmadı. Kan davası denilen ilkel kin ve öç gerçekleşmedi bu topraklarda.

Bilenlerimiz hatırlayacaktır. 70’li, 80’li yıllarda henüz göç vermemişken köyümüz 500 haneye dayanmıştı. Her evde en az 7, 8 insan vardı. Sınırlı olan geçim kaynaklarımız yetemez duruma gelmişti. Daha az toprak sahibi olanlardan başlayarak insanlar geçim derdi için gurbetin acımasız kapısını aralamaya başladılar.

Bizden öncekiler burada yaşamak için komşu köylerle amansız kavgalara tutuşarak sınırlarını genişlettiler. Ama zaman değişmişti, artık kavgalarla elde edilebilecek toprak kalmamıştı. Göç zorunlu olarak kendini dayatıyordu. Şimdi 50 yaşın üzerindeki insanların çok önemli bir bölümü çareyi okuyarak meslek edinmede buldular. Gittikleri yerlerden bir daha geriye bakmadılar. Dönmediler, dönemediler. Şimdiki gençlerimiz de aynı yolu tuttular, tutuyorlar. Şu an 100 civarında hane kaldı. Yıldan yıla azalıyor hane sayısı ve nüfusumuz. Bir yok oluş sorunuyla karşı karşıyayız. Dağılarak, yabancılaşarak, kaybolarak, bu toprağın bize kattıklarını sonraki nesillere aktaramayarak yok oluyoruz.

FESTİVALDEN ÇOK BİR VAR OLMA MÜCADELESİDİR

İşte bu kayboluşun, giderek yok oluşun önüne geçebilmek için birlik olmak, bu birlikteliği büyük bir buluşmaya dönüştürmek düşüncesindeyiz. Bu bir festivalden çok bir var olma mücadelesidir. Bu bilinçle, bu acı gerçeği bilerek hareket etmek zorundayız. Bu topraklarda boy veren kültürün yok olmasına hiçbirimiz rıza gösteremez.

Bir araya gelmek, birbirimizden haberdar olmak, çocuklarımıza bu kültürü aşılamak, sorunlarımızı konuşmak, dertleşmek, birlikte türküler söylemek zorundayız. Bunu yaparken burada yaşayan insanlarımızın can alıcı sorunlarına çözüm üretmek de görevlerimiz arasında olmalı.

Bu sorunların ne olduğunu onlar tarafından dile getirilecektir. Onlara kulak vermeli, yapabileceklerimizi mutlaka yapma kararlılığı içinde olmalıyız ki festival süreklilik kazansın ve amacına ulaşsın.

Bu ilk deneyimden çıkaracağımız dersler çok önemlidir. Sonraki yıllarda eksikliklerden arınmış festivallerde buluşmak dileğiyle hepinizi selamlıyoruz.

Anadolu’nun dört bir yanına dağılmış bu toprakların evlatlarına Yunus Emre’nin diliyle sesleniyoruz:

Gelin tanış olalım

İşi kolay kılalım

Sevelim sevilelim

Dünya kimseye kalmaz.”

(HABER MERKEZİ)

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.