PİRHA –Alevi Bektaşilere ait İstanbul’da yakılıp yıkılan ve günümüzde de gaspı süren kutsal mekanlardan birisi de Gözcü Baba Türbesi oldu. Zamanında 200 dönümlük bir araziye sahip olan türbe, bugün bir dönümlük alana sıkıştırılmış durumda. Cami, Kur’an kursu ve lojman binasının yapıldığı türbe arazisine yönelik işgal girişimi sürmekte. “Alevi Bektaşi dünyasının vazgeçilmezlerinden” olarak gösterilen Gözcü Baba Türbesinin dünü ve bugününe mercek tutuyoruz.
Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına yönelik kanunun 13 Aralık 1925’te yürürlüğe girmesiyle Alevi-Bektaşi inancı da yasaklandı. Alevilere ait bütün inanç mekanlarının kapılarına kilit vuruldu.
1826 yılında Osmanlı döneminde başlayan dergah-türbe işgali, günümüze dek sürdü. Alevi inancı için büyük önem arz eden mekanlardan olan türbe ve dergahlar bugün de asıl sahiplerine iade edilmeden adeta özünden koparılıp, yok ediliyor.
Alevi toplumuna ait dergah ve türbelerin tümü şu an devlet kontrolünde adeta peşkeş çekiliyor. Tarih boyunca Alevi-Bektaşi toplumunun geniş yer edindiği İstanbul’daki kutsal mekanlara dönük son saldırı ise 19 Ocak 2025’te gerçekleşti. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın talebi doğrultusunda Gözcübaba Türbesine giren iş makinaları, alelacele bir inşaat başlatarak söz konusu alana hafızların barınabileceği bir yurt binası yapmak istedi. Ancak kamuoyundan gelen tepkiler üzerine “Alanda arkeolojik kazı yaptık” açıklaması ile inşa girişimi sonlandırıldı.
ALEVİ BEKTAŞİ TARİHİNİN ÖNEMLİ ŞAHSİYETİ!
Gözcü Baba, Anadolu’da Rumeli erenleri, Horasan pirleri olarak nitelendirilen dervişler zümresinin İstanbul’a ulaşmış en önemli şahıslarından birisi olarak gösterilir. Şahkulu Sultan, Karacaahmet, Kartal Baba ve nice birçok Alevi şahsiyetinin de önünde gösterilen Gözcü Baba, Osmanlı’nın ilk kuruluşundan beri ismi bilinen büyük bir eren olarak anlatılır. Gözcülük vazifesiyle ünlenen Gözcü Baba’nın, şu an türbenin bulunduğu lokasyondan tüm vadiyi gözetleyen bir göreve sahip olduğu ifade edilir.
BEKTAŞİLERİN İSTANBUL’DAKİ DERİN TARİHİ!
Bugün Gözcü Baba Tekkesinden günümüze kalan bir tek hazire alanı olsa da tarihe iz bırakan türbeye dair detayları Yazar Burak Çetintaş’tan dinledik. Çetintaş, mevcut mezar taşlarındaki yazıları da çözümleyerek şu aktarımda bulundu:
“Buradaki mezarlar Gözcü Baba, Sancaktar Baba diye andığımız sofaya aittir. Bu bölge 1940’lara kadar geniş bir arazi görünümü arz ediyordu ve Vakıf-ı Sani Bani-i Sani (kurucu kişi) olarak bahsi geçen Mehmet Ali Hilmi Dede Baba tarafından dergahın arazisine, vakfına kazandırılmış, satın alınmış ve oraya tahsis edilmişti. Şu anda bu büyük araziden çok küçük bir bölüm geriye kalmış vaziyette. İçinde anıt ağaçlar da bulunuyor.
Buradaki mezarlara, sofaya gelecek olursak, en baştaki mezar Mehmet Ali Hilmi Dede Babaya; yani dergahla ilgili bahiste söylediğimiz, dergahın bani-i sanisi, ikinci defa ayağa kaldıran zata aittir. 1907’de göçüyor ve tekkenin kış meydanına sırlanıyor. Bir müddet sonra naaşı oradan nakledilerek bu mezarlığa getirilerek defnediliyor. Hemen yanındaki mezar Gözcü Babaya ait. Göztepe’ye ismini veren zattır. 14. yüzyılda yaşadığı tahmin ediliyor. Buradaki bir diğer önemli mezar ise Sancaktar Babanın makam taşıdır. Buradaki en büyük mezardır. Yaklaşık 6 metre uzunluğunda bir mezara sahiptir. En anıtsal mezar taşı da budur.
Gözcü Baba ve Sancaktar Babaya ait mezar taşları yine Mehmet Ali Hilmi Dede Babanın marifetiyle yerleri tespit edildikten sonra tekrar ihya edilmiş ve bu taşlar dikilmiştir. Bu sofada bahsettiğimiz üç zattan başka Mehmet Ali Hilmi Dede Baba’nın mezarının ayak ucunda Hilmi Dede Babanın annesi Emine Şerife Bacı ve Yörük Babanın mezar taşı da daha sonraki tarihte bu sofaya nakledilmiş ve sırlanmıştır. Ayrıca yine Bektaşi muhiplerinden üç zatın daha burada mezarı olduğunu biliyoruz.
Bu sofanın arkasında büyük bir Seki daha var. Bu sekide Mehmet Ali Hilmi Dede Baba tarafından vakfedilen namazgaha aittir ve Osmanlı tarihinin önemli hattatlarından son turakeş İsmail Hakkı Altunbezir’in babası Hilmi Efendi’nin imzasını taşır”
ŞAHKULU YÖNETİMİ İŞGALE KARŞI!
Şahkulu Sultan Dergahı Genel Sekreteri Kamber Yıldırım, Gözcü Baba Türbesi’nin yer aldığı arazinin Şahkulu Sultan Dergahına ait olduğunu belirtti. Yıldırım, söz konusu kazanımı için mücadele yürüteceklerini söyleyerek şöyle devam etti:
“Şahkulu Sultan Dergahının geçmişini incelediğimizde bu bölgedeki en büyük dergahlardan birisi olduğunu görürüz. Özellikle Hilmi Dede Baba döneminde satın alınan araziler ile Şahkulu Sultan Dergahına vakfedilen arazilerle birlikte yaklaşık 200 dönüm arazisi olduğu söyleniyor. Bu bölge de Gözcü Baba’ya ait arazilerdir. Buralar da Şahkulu Sultan Dergahı vasfiyesi içerisinde bulunan arazilerdir. Şu an mevcut Gözcü Baba Camisi ve yanındaki kız Kur’an kursu ve yanındaki okul arazilerinin, tarihin izlerini takip ettiğimiz zaman Şahkulu Sultan Dergahına ait olduğu ortaya çıkıyor. Vakıf yönetimi olarak, Şahkulu Sultan’ın ardıları olarak atalarımızın izini süreceğiz. Buralara sahip çıkmak için dergah olarak elimizden gelen her şeyi yapmaya hazırız. Bu konunun takipçisi olacağız.”
REZİDANSLAR ARASINDA SIKIŞMIŞ YÖRÜK BABA SOFASI
Gözcü Baba semtindeki Yörük Baba Sofası da adeta talan edilen mekanlardan birisi. Gözcü Baba Türbe arazisi içerisinde olan bu alan, günümüzde apartmanların araya girmesi sebebiyle ayrı bir hazire alanı görünümü veriyor.
Tarihçi Burak Çetintaş, söz konusu arazinin önemli bir ziyaret makamı olduğunu belirterek, sofada asılı kalan kitabeye dair şu bilgileri paylaştı:
“ ‘Salih Hicret’ten 1308’de yaptı iş bu sofayı Hilmi Dede…’ diye 1891 ya da 1892 yıllarında bu sofanın Hilmi Dede Baba tarafından inşa ve vakfedildiğini gösteren tarihi bir kitabedir. Sofa’nın etrafında 12 tane selvi ağacı dikilerek sofa hududu belirlenmiş. Tabii bugün gördüğümüz şekliyle etrafında apartmanlar olduğunu düşünmeyin, bundan 80 sene evvel burası büyükçe geniş bir araziydi ve dergahın vakfına kayıtlıydı ve bu alanın ortasında Gözcü Baba da ve diğer sofalarda olduğu gibi Yörük Baba sofası da bulunuyordu. Ve bir not düşelim; bu civarda Mehmet Ali Hilmi Dede Babanın yaptırdığı iki tane de önemli misafirhane, ahşaptan yapılmış konak vardı. Bu konakların da bugün izi kalmayarak yok edilmiş, yıkılmış vaziyette. Elimizde maalesef bir fotoğraf da yok fakat bunların da 1890’larda inşa edildiğini biliyoruz. Tekkeye şehir dışından gelen misafirler burada ağırlanır konaklardı.”
“KURUMLARIN DUYARSIZLIĞI SEBEBİYLE MİRASLAR YOK EDİLİYOR”
Neredeyse her dönem saldırıya uğrayan Gözcü Baba Türbesine dair mücadele yürüten isimlerden birisi de Gazeteci Musa Ağacık. Türbe arazisindeki yapılaşmalara dair tanıklığı olan Gazeteci Ağacık, toplumun ve Alevi kurumlarının, gelişmelere dair kayıtsız kaldığını söyleyerek şunları anlattı:
“Gözcü Baba Türbesi 2009 yılında yine bir tecavüze maruz kaldı. Yol TV’de çalıştığım dönemde buraya bir kameraman arkadaşla gelip çekimler yapmıştık. O gün cumadan çıkanlar bize saldırdı ve linç etmeye kalkmıştı. Canımızı zor kurtarmıştık. Ardından Şahkulu Dergahına gidip durumu anlattık. O zamanki yöneticilerden biri Mehmet Çamur’du. Son derece duyarsız kaldı. Diğer Alevi örgüt başkanları da maalesef duyarsızlık gösterdi. O dönem de ben bu yaşananları eleştirmiştim. ‘Kendi kurumlarınıza neden sahip çıkmıyorsunuz? Madem sahip çıkmayacaksınız neden vakıf ya da dernek kuruyorsunuz? Madem tarihsel mekanlarınızı sahiplenmeyeceksiniz neden bu işleri yapıyorsunuz?’ diye o dönem kendilerini eleştirmiştim. Dolayısıyla bu duyarsızlıktan dolayı Alevi Bektaşi kurumlarının tarihsel mirasları yok ediliyor.
Benzeri bir durum Kasımpaşa’da, Kazlıçeşme’de ve Çamlıca’da da var. Alevi Bektaşi kurumlarının başında bulunan arkadaşların %99.9’unun tarihsel cahil olmalarından kaynaklanıyor bu durum. Bu arkadaşların önemli bir bölümü eski solcu arkadaşlarımız. Bu arkadaşlarımız toplumsal olaylara gösterdikleri duyarlılıkları kendi tarihsel geçmişlerine ne yazık ki göstermemekteler. Bu da ilgisiz olmalarının yanı sıra konuyu bilmemelerinden kaynaklanıyor. Gerçekten kendi tarihini bilen bir dernek başkanı, mutlaka sahiplenir. Dernek ve vakıf başkanı olduklarında her şeyi bildiklerini iddia ediyorlar. Böyle olunca da Alevi Bektaşi dergahları, kapanın elinde kalıyor.
Gözcü Baba Türbesi son derece köklü bir yer. Hatta Voltaire’in Candide romanında dahi anlatılıyor. Voltaire, dünyayı geziyor ve mutluluğu arıyor, fakat mutluluğu gerektiği gibi bulamıyor. İstanbul’a Gözcü Baba’ya geliyor ve burada bir Bektaşi babaya rastlıyor ve ona ‘mutluluk nedir?’ diye soruyor. Bektaşi baba, Voltaire’a diyor ki ‘evlat, evinin arkasında bir bahçen var mı?’ O da ‘Var’ diyor. Bektaşi de ‘o zaman toprağı ek, mutluluğu orada bulursun’ diyor.
Burası Voltaire’in romanına da konu olmuş müthiş bir yer. Bu mekanda ulu çamlar var. Bir de Edip Harabi Baba da burada. ‘Ey zahit şaraba eyle ihtiram, biz içeriz bize yoktur vebali’ diyen Edip Harabi Baba’nın da mekanı burasıdır. Arkadaşlar bu nefesi söylerler, peki bu Bektaşi babası aynı zamanda kaptan olan Edip Harabi’nin anısı hiç yok mudur? Onun anısına da saygı göstermek yok mudur? Gözcü Babayı hadi bilemediler, Hilmi Dede Babayı da hadi bilemediler peki Edip Harabi Babayı da mı bilmiyorlar? Onun her zaman demde, cemde nefesini söylüyorlar. Dolayısıyla gerçekten Alevi Bektaşiler kendilerini var etmek istiyorlarsa tarihsel mekanlarını merak etmeli okumalı ve sahip çıkmalılar.”
ALEVİLERE KARŞI DUYARSIZ BASIN!
Gazeteci Musa Ağacık, Gözcü Baba Türbesine yönelik işgal girişimine dair basının duyarsızlığını da eleştirdi. Ağacık, şunları söyledi:
“Gönül ister ki diğer demokratik muhalif kanallar da burada olanları versin. Burada yaşananlar bir toplumun kültürüne yönelik bir saldırıysa neden bu kanallar bu haberleri vermezler? Buradaki çam ağaçları birer mirastır. Dolayısıyla Çanakkale’deki ormanlara sahip çıkanların burayı da sahiplenmeleri gerekmez mi? Bu beton yığınlarının içerisinde insanların nefes aldığı harika bir yer burası, neden burası sahiplenilmiyor?”
“EN BÜYÜK İHANETİ YAPANLAR!”
Musa Ağacık, Gözcü Baba Türbe arazisi içerisinde olan mevcut caminin, geçmişte daha küçük bir alanda olduğunu da hatırlattı. Ağacık, şöyle devam etti:
“Söz konusu yapılaşmaya olur veren o zamanki CHP Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, Kadıköy Müftüsü ve Kadıköy Kaymakamıydı. Bu üçünün oluru ile Bektaşi dergahının arsası işgal edildi. Biz yıllarca Selami Öztürk’e demokrat diye oy verdik, ne yazık ki o Selami Öztürk de buranın gasp edilmesine ön ayak oldu ve hiçbir zaman da bunun hesabını vermedi. Yani bizden zannettiğimiz insanlardır bize en büyük ihaneti eden. Dolayısıyla eğer vatandaşlar olarak haklarımızı arayamazsak ne yazık ki hem haklarımızdan hem de onurumuzdan oluruz. Artık uyumanın, baş eğmenin zamanı değil, mücadele zamanıdır. Eğer insan hak ve özgürlüğünü talep edemiyor, boyun eğiyorsa henüz insanlaşmamış demektir. İnsanlaşmanın yolu ayağa kalkıp itiraz etmektir, hakkını talep etmektir diye düşünüyorum.”
“ALEVİ BEKTAŞİ DÜNYASININ VAZGEÇİLMEZLERİNDEN”
Merdivenköy semtindeki Gözcü Baba türbesinin olduğu alana 19 Ocak’ta iş makineleriyle girilmesi ardından süreci yakından takip edenlerden birisi de Yazar Ayhan Aydın oldu. Gözcü Baba Türbesi için tehlikenin sürdüğünü söyleyen Aydın, “Bütün Alevi Bektaşi dünyasını ilgilendiren bir olguyla karşı karşıyayız” diye belirtti. Ayhan Aydın, Gözcü Baba Türbesine dair şu bilgileri paylaştı:
“İstanbul’daki en eski Alevi Bektaşi yerleşim yerlerinden, inanç merkezlerinden birisinin burası. Taş olarak da yeryüzünde bulunan en nadide temel simgelerimiz bunlar. Dolayısıyla Burası Alevi Bektaşi dünyasının vazgeçilmezlerinden birisi. Gözcü Baba, bütün zalimleri gözetleyendir. Bir fenerdir, bir kılavuzdur. Dolayısıyla yanan çerağımızdır. Bu nedenlerden dolayı burada olanları yeryüzü insanlığına duyuruyoruz. Bu dergah Şahkulu Sultan Dergahı ile doğrudan bağlantılıdır ve burası zaman içerisinde Şahkulu Sultan Dergahının son postinişini Mehmet Ali Hilmi Dede Babamızın da gelen mihmanlara burada bina yaptığı, onları konaklattığı bir mekandır. Yani çerağların yandığı, ziyaretlerin olduğu tamamen Alevi Bektaşi dünyasında bir yaşam kaynağıdır.
Alevi Bektaşi toplumunun başına tarihler boyunca gelmedik şey kalmamış, bu topluluk, kıyımlara, zulümlere uğratılıp sindirildiği için bazen de duyarsızlaşmıştır. Bugün de aynı baskı, aynı korku, aynı zulüm devam etmezse burada bunları söylemezdik. İşte tam da bu aşamada Gözcü Babamızın alan ve mevkileri işgal edilmiş. Burası bir türbe alanı olduğu halde maalesef ki yapılaşmalar çoğalmış, türbemiz küçük bir alana hapsolmuş. Fakat önümüzde 1000 metrekarelik yeşil çam ağaçları ile dolu bir mekanımız var ve bütün bu alan Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait. Burası bir tarla arazisi olarak geçiyor, dolayısıyla bütün bunlar varken, Diyanet İşleri Başkanlığı ile ortak çalışan bir vakıf, buraya cami kondurmuş. Alevi Bektaşi dergahları sahipsiz kalınca, ‘Yağma Hasan’ın böreği’ denilince buraya cami dikilmiş. Bununla yetinilmemiş hemen yanında üç katlı neredeyse çift daireli koca bir lojman dikilmiş. Bunların hiçbirisi yetmemiş buraya bir de kız Kur’an kursu yapılıyor. Fakat kadim bir Alevi Bektaşi dergahında bütün bunların fütursuzca yapılması Alevi Bektaşi toplumunun varlığını reddetme, inkar etme, asimile etme düşüncesinin bir yansımasıdır.
YAPILAŞMAYA KARŞI GEREKLİ İTİRAZLAR YAPILDI!
Şu an için aldığımız net bilgilere göre yine bu camiyi yapan vakıf ve devlet erkanı içinde üst makamlardan birileriyle iç içe olan bir yapı, gemi azıya almış, kararlı bir şekilde burada kadim arazimizin içerisinde çok amaçlı bir yapılaşmaya gidiyor. Ülkemizde kanun, anayasa kalmadığı için fütursuzluk devam ediyor. Fakat bu iş yatışmış, bitmiş değil. Şahkulu Sultan Dergahı olarak biz yine de hukuku tanıyoruz. Bizde 5 dilekçe yazarak Anıtlar Bölge Müdürlüğüne, Vakıflar Müdürlüğüne, kaymakamlığa, belediyeye, bir de mimarlar odasına bizzat gidip teslim ettim. Şimdi buralardan gelen olumlu ya da olumsuz neticeye göre burada yapılmak istenen nedir, bize bunun izahını verildikten sonra yine hukuka başvurup müdahil olacağız.
Mehmet Ali Hilmi Dede Babanın kendisi burada yatıyor. Şahkulu’nda hizmet eden bir postnişin neden burada yatıyor? Bu kadar önem verip, sevmiş burayı. Onun adına 1910’da vakfiye kurulmuş, bu vakfiyenin de belgeleri elimizde. Şu anda Şahkulu’nun ismi Mehmet Ali Hilmi Dede Baba Vakfı’dır. Dolayısıyla bizler müdahil olacağız. Ama bu bütün Türkiye’deki Alevi Bektaşi örgütlülüğünün meselesidir. Var olma meselesidir. Buraya vurulan herhangi bir kazma kemiklerimize, köklerimize indirilmiş bir darbedir. Burada Türkiye çapında bir basın açıklamasıyla iş gündeme getirilip binlerce Alevinin bütün kurumlar aracılığıyla buraya gelmesi gerekir. Çünkü kaybettiğin mevzi, senin tarihin, onurun, şerefin, inancındır. Göz göre göre dozerleri buraya getiriyor. Bu fütursuzluğu bize yapıyorlarsa bizim de bin yıldır bu topraklarda yaşadığımızı onlara göstermemizin zamanıdır. Dava insanlık davasıdır, Yol Alevi, Bektaşi, Kızılbaş yoludur.”
Eren GÜVEN/İSTANBUL
İLGİLİ HABERLER:
–Yakılan, yasaklanan ve günümüzde özünden koparılan dergahlar!
–
Yoruma kapalı.