PİRHA- Akademisyen/Avukat Cenk Yiğiter, Cumhuriyetin ilanıyla birlikte hilafetin kaldırıldığını ancak kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Evkaf ve Şeriya Vekaleti (Bakanlığı) nın devamı haline geldiğini ifade etti. Yiğiter, “Dolayısıyla Türkiye üzerinde devletin de kendisini tarif ettiği fıkıhla İslam’ın Sünni yorumunu hatta yoğunlukla Hanefi yorumunu topluma empoze eden bir kurum haline geldi. Diyanet bir yanıyla da günümüzde artık bütün bu tarikatların bir koordinasyonu haline geldi. Artık bir devlet kurumu olmaktan çok bu tarikatların merkezi haline dönüşmüş durumda” dedi.
Pir Haber Haber Ajansı (PİRHA) olarak yeni bir haber dizisi başlattık, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı masaya yatırıyoruz.
Türkiye’de halkın en güvenmediği ikinci kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı her geçen yıl artan bütçesi, genişleyen yetkileri, yaptığı açıklamalar, verdiği fetvalarla toplumsal yaşamın her alanında gittikçe daha çok söz sahibi oldu. Din işlerinden sorumlu, devlete bağlı bir kurum olarak kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), kurulduğu 1924 yılından bu yana devlet içindeki varlığı, işlevleri, iktidar politikalarının hayata geçirilmesindeki etkin rolü, her geçen yıl artan bütçesi ve değişen siyasal konumu itibariyle her daim bir tartışma konusu oldu. Son yıllarda eğitim-öğretimde de etkin rol verilen Diyanet Milli eğitim Bakanlığı ile çeşitli protokoller imzalayarak laiklik karşıtı eğitimin kalıcılaşması için çabalıyor.
“Bütçesi büyük, varlığı tartışmalı kurum: Diyanet‘in tarihsel ve güncel görevini, toplumdaki yerini, laiklik karşıtlığını, kadınlara bakışını, Alevi toplumu üzerindeki etkisini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden OHAL döneminde yayımlanan KHK’yle ihraç edilen ‘Barış Bildirisi’ imzacısı Akademisyen /Avukat Cenk Yiğiter’le konuştuk.
“DİYANET, ŞERİYE VE EVKAF MAKAMLIĞI’NIN DEVAMIDIR”
PİRHA: Diyanet’in kuruluş amacı nedir?
CENK YİĞİTER: Diyanetin kuruluş amacına pozitif hukuk çerçevesinde bakmak da mümkün. Ama bunu tarihsel ve siyasal çerçevede incelemek de mümkün. Bu devlet Anayasa’da laik bir devlet olarak tanımlanmıştır. Laiklik de bize çocukluktan öğretilen din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak öğretilmiştir. Evet işin bir boyutu budur ama asıl bunun daha detaylı anlaşılması gereken kısmı, bütünüyle hukuk düzeninin ve devletin fiillerinin, işlemlerinin bütün inançlara ve dahi inançsızlıklara eşit mesafede konumlanmasıyla ilgili bir şeydir. Bu işin tarihsel boyutunu bilmesek ‘öyle bir kurum kurmuşlar ki toplum içerisinde ibadet yerleri var, o ibadet yerlerinde çalışan insanlar var, toplumda böyle bir ihtiyaç var, devlet düzeninde de böyle bir kurum kurulmuş. Bu ihtiyaçları gidermek üzerine adeta bir kamu hizmeti gibi’ çıkarımını yapacağız.
Siyasal modernleşme, Batılılaşma aslında çok net olarak 19. yüzyılda başlıyor. Ama halkımızda Osmanlı’nın şeriat devleti olduğu algısı da var. Aslında öyle de değil. Çok hukuklu bir devlet, cemaatler toplumu, milletler birleşimi bir imparatorluk aslında. Ve modern hukuk sisteminden çok uzak elbette. Kaldı ki birinci dünya savaşında dağılmış olan bir imparatorluk. Bizim siyasi modernleşme maceramızda, aslında modernleşme süreci cumhuriyet ile başlamadı ama cumhuriyet ile beraber o imparatorluk dağıldı, çok daha küçük bir coğrafyaya geldi. Ve burada aynı zamanda çok hızlı bir uluslaşma süreci başladı. O dönem Cumhuriyet’in kurucu kadroları ve devamında ilk olarak oradaki kadrolar oldukça otoriter bir şekilde bir ulus üretme projesine dahil oldular. Ve bu ulusu üretirken de açıkçası belki de bugüne kadar gelen pek çok ülkenin sorunlarından birisi bu ulusu Türk olarak tanımladılar. Türk’ün talihsiz olan kısmı aynı zamanda bir etnisiteye denk gelmesidir. ‘Anayasa’ya yuttaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür’ diyorlar ama Türk diye bir etnisite de var. Dolayısıyla tırnak içinde birileri ‘Öz Türk’ oluyor, birileri de vatandaş oluyor. Dolayısıyla bu işin bir boyutu, bir diğer boyutuyla da Türk nüfusu. Uluslaştırılacak Türk nüfusunun çoğunu İslam’ın Sünni mezhebine ait olarak gördüler. Halbuki Sünni mezhebe bağlı olan o kesimde Sünniliği kırsal alanda kültürel olarak yaşayan, çok kısıtlı olarak bilen bir kitleydi. Hem cemaatleri bastırmak hem de Sünniliğin bir nebze modernize edilmiş, modern hukukla bağdaşabilecek bir Sünnilik üretmek istediler. Ve o yüzden malum Hilafet kaldırıldı, Şeyhülislamlık makamı da kaldırıldı ama bunu Şeriye ve Evkaf Vekaleti takip etti. Aslında Diyanet İşleri Başkanlığı Evkaf ve Şeriya Vekaleti (Bakanlığı) nın devamı haline geldi. Dolayısıyla Türkiye üzerinde devletin de kendisini tarif ettiği fıkıhla İslam’ın Sünni yorumunu hatta yoğunlukla Hanefi yorumunu topluma empoze eden bir kurum haline geldi.
“DİYANET ALEVİ TOPLUMU İÇİN ÇOK BÜYÜK BİR SIKINTI”
-Diyanet’in süreç içerisinde misyonunda nasıl bir değişiklik oldu?
Öncesinde Türkiye’de gayrimüslim bir nüfus vardı, o nüfus azaldı. 1915’te azaldı, sonrasında mübadele ile azaldı. Zaten artık orası devlet için çok görünmez bir şeye dönüştü. Ama bu ülkede İslam içerisinde devletin tarif ettiği çok büyük bir ölçüde Alevi nüfus var. Ve bu Alevi nüfusun da Sünnilikten farklı olarak bir kurumsallığı yok. Bir devlet dini olmadığı için ama Sünnilik Osmanlı’dan beridir bir devlet diniydi. ‘Biz yeni bir ulus üreteceğiz. Bu ulusun da adı Türk, dili Türkçe, dini inancı İslam’ demekle de kalmadılar. Dini inancı da Sünni, olabildiğince Hanefi bunun fıkıhı da devlet tarafından bir şekilde tarif edilmeye başlanacak. Aslında şehirleşmeyle, modernleşmeyle bu tarikatların, cemaatlerin hayatı çok kapsadığını düşünüyorum. Ve devamında da AKP gibi siyasal İslamcı bir iktidar ortaya çıktığı zaman dolayısıyla burası çok açık bir dayatmaya, çok açık bir asimilasyona, çok açık bir empoze etme biçimine dönüştü. Bu Alevi nüfus için çok büyük bir sıkıntı. Sünniliğin içerisinde bile belli bir yorumu, belli bir anlayışı bütün ulus üzerine empoze eden, yaymaya çalışan bir imkan yarattı. Şu an da otoriter, faşizan bir siyasal İslamcı rejimin eline bu enstrümanı vermiş oldu. Ve bu enstrümanı AKP ve MHP iktidarı sonuna kadar kullanıyor.
“İKTİDARDAN UZAKKEN MEDİNE HUKUKU, İKTİDARA GELİNCE MEKKE HUKUKUNA GEÇTİLER”
-AKP iktidara geldiğinden bu yana Diyanet’te ne gibi değişiklikler oldu?
İlk baştaki çok saf bir hukuk anlayışıyla baktığımız zaman toplumun dini ihtiyaçlarını lojistik olarak, personel olarak giderilmesi için bir kurum olsaydı evet bu kadar büyük bütçelere sahip olmaması gerekirdi. Doğrudan kamu hizmetiyle ilgilenen ve çok daha büyük bütçelere ihtiyacı olan Orman Bakanlığı gibi. Dediğiniz gibi Diyanetin devasa bütçeleri var. Ve bu bütçelerin büyük bir kısmı personel gibi ama şunu da biliyoruz. Bu personel bir Alevi köyüne gidip camiye personel atayıp o camiyle hiçbir alakası olmasa bile orada simgesel olarak da bayrak dikmek aslında. Bu devletin, şu an da bu rejimin sahip olduğu dinsel anlayışın bayrağını dikmek demek. Sadece dini personel değil devamlı bir sürü yayınları çıkıyor. Bir de sürekli arsız bir bürokrasiye dönüştüğü için bütün o bütçeyi de böyle gayet lüks içerisinde de harcıyorlar. Burada bir kamu hizmeti amaçlı bir kuruluş olmadığı, çok ciddi toplumsal siyasal işlemler yüklenmiş ve rejimin artık bir kolonu haline geldiği vazgeçemeyeceği bir şeye dönüştü.
Siyasal İslamcı cenahı gençliğimden beri tanıyorum. İktidardan çok uzak olduğu zamanlarda bunların çok büyük çoğunluğu ‘Diyanet kapatılmalıdır’ diyordu. Benim dinimi nasıl yaşayacağımı nasıl devlet belirler? Zorunlu din kültürü derslerine de karşıydılar. İktidardan uzakken Medine Hukuku iktidara gelince Mekke Hukuku’na geçtiler. Şimdi artık ‘benim çocuğuma nasıl din eğitimi verirler’ demiyorlar. Tam tersine ‘bizim anlayışımızı bütün topluma bu güçle empoze edeceğiz’ diyorlar. Ve de en ufak bir itiraz olduğu zaman da ‘din düşmanısın’la geliyor bu refleks. Ondan sonra da vatan hainisin. Bu kavramlar da birbirine yaklaşmaya başladı. Ve şu an çok tehlikeli bir yerde olduğunu da düşünüyorum. Bir yandan imkanlar da var. Halkın çok büyük bir kısmı da tepki gösteriyor. Bu gerçekten Türkiye’de özgürlükçü gerçek anlamda laikliğin oluşmasına imkan da verebilir. Ama bir yanıyla da gerçekten iş işten geçebilir. Bu gidişat ciddi anlamda toplumsal bir öfkeye sebebiyet verebilir diye de düşünüyorum.
“DİYANET’İN DİN EĞİTİMİ İMKANLARIYLA MİLLİ EĞİTİM’İN DİN EĞİTİMİ İMKANLARI BİRLEŞTİ”
-Diyanet ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın iç içe geçmiş faaliyetlerini nasıl okumak gerekir?
Devlet okulunda din eğitimi hiçbir şekilde olmamalı. Diyorlar ki ‘peki ben çocuğuma nasıl din eğitimi aldıracağım?’ Bunun imkanları var. Diyanet’e bağlı denetim altında Kuran kursu var mesela. Sünnilik için düşünmeyelim. Veya Alevilik için başka dernekler var mesela. Ama onlar önce seçmeli din dersine giriştiler. Orada da dediler ki biz kimseyi zorlamıyoruz. Orada da Diyanet’in din eğitimi imkanlarıyla Milli Eğitim’in din eğitimi imkanları birleşti. Ama o seçmeli denen din dersleri öyle bir hale geldi ki zorunlu seçmeli oldu. Başka bir alternatif koymuyorlar insanların önüne. Veya o okulun olduğu mahallede, mahalle baskısı denen şey var. Çocuk o dersi seçmezse mahallede başka türlü bakılmaya başlanacak. O seçmeli dersler önce bu şeyin içerisine girdi. Zorunlu din derslerinin artık bugün eğitimci bile olmayanların vermesi, bir yanıyla ÇEDES projesi. Ve ÇEDES projesi sadece Diyanet’i de bağlamıyor. Tarikatlar, cemaatler dahil oluyor. Kaldı ki sadece tarikat cemaat de değil Ülkü Ocakları, liselerde vs. seminer vermeye başladı. Gayet bir siyasi yapılanma hatta çok şaibeli, paramiliter yapılanma gelip okullardan kendisine militan devşirmeye çalışıyor. Ve sadece dinsellik de değil, işin sadece böyle bir boyutu da var. Bu nereye varır gerçekten tahminimiz zor açıkçası.
DİYANET’İN LAİKLİK İÇERİSİNDE HİÇBİR ANLAMI YOK”
-Laik, demokratik ülkelerde devlet destekli dini kurumlar yok, bizim ülkemizde var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Çok soyut bir şekilde konuşacak olursak Diyanet ve Laiklik bu dinsel duruma dair bir takım hizmet yürüten kurumlar olabilir. Mesela Avrupa’da belli bir dine mensup olanlar devlete belli bir vergi ödüyorlar. Onu da kendileri gönüllü olarak ödüyorlar. Sadece burayı düşünecek olursak böyle bir Diyanet’in laikliği zedeleyecek bir yönü olmayabilir. Ama Türkiye’deki Diyanet öyle bir Diyanet değil. Ama on yıllardır cemevlerinin ibadethane olup olmadığı tartışması içerisindeyiz. Bunun kararını da Sünni bir doktrin veriyor. İbadet yeri olarak kabul etmiyor. Diyanet İşleri Başkanı Türkiye’de kamuya açık yerlerde dinsel kıyafetle gezme hakkına sahip olan tek kişidir. Bir kilisenin papazı dahi bir caminin imamı dinsel kıyafetle sokağa çıkamaz. Ama Diyanet İşleri Başkanı çıkıyor. Giydiği dinsel kıyafet de İslam ve Sünni bir inancın kıyafeti. Eğer ki bu Diyanet laik devletle beraber bütün inançlara yaklaşıyorsa o zaman bir gün Sünni İslam kıyafetiyle gezsin öbür gün Katolik Papazı gibi gezsin. Veya hiçbiri ile gezmesin buna ne gerek var? Aslında orada devletin ürettiği bir ruhban var. Devlet tarafından atanmış bir ruhban ve ruhbanın başı rolünde. Dolayısıyla şu an ki Diyanet’in bu anlamıyla laiklik içerisinde Diyanet ile hiçbir alakasının olmadığı da bu anlamda ortada.
“DİYANET ÇOK TEPKİ ALIYOR”
-Diyanet’in kadına bakış açısını değerlendirir misiniz?
– O fetvalarla şeri hükümleri ortaya giriyor. Şeri hükümleriyle kalmıyor fıkıha giriyor. Bir takım alimlerin görüşleriyle giriyor. Ve burada tabi kadının eve kapatılması, çalışma hayatından uzaklaştırılması veya kadının belli düzeyde şiddete maruz kalmasını da hoş gören bir yere doğru gidebilir. Artık çok tepki alıyor diye de fetvaları da bir otosansür mekanizmasından geçirmeye başladılar. Ama bir de şimdi yeni bir boyuttayız. Dün gördüm, Menzil tarikatı, kendi yerleşik olduğu Adıyaman’da mirasla ilgili uyuşmazlıkları da ‘biz hüküm merciiyiz. Hüküm mercii kurduk’ diye de bir şey söylediler. Bunu Menzil Tarikatı değil de dinsel olmayan herhangi bir cemiyet yapsa orayı buldozerlerle ezerler. ’Siz devlet içerisinde özerklik mi yaratıyorsunuz, bağımsız devlet mi kurdunuz’ derler. Ama şimdi bakın Menzil, mirasla ilgili, o mirasın nasıl paylaşılacağı hükümlerinin de modern hukukla alakası yok. Orada bunu uygulamaya başladı. Artık Diyanet’e bile gerek kalmadı bu anlamıyla. Diyanet de bir yanıyla artık bütün bu tarikatların bir koordinasyonu haline geldi. Artık bir devlet kurumu olmaktan çok bu tarikatların merkezi haline dönüşmüş durumda.
Buse Nehir DEMİR-Cebrail ARSLAN/ANKARA
İLGİLİ HABERLER
>‘Bir fetih ideolojisi geliştiren Diyanet kurumu ile karşı karşıyayız’-VİDEO
Yoruma kapalı.