Alevi Haber Ajansi

Yılmaz Güney’in aramızdan ayrılışının üzerinden 40 yıl geçti

PİRHA- Yılmaz Güney 40 yıl önce bugün aramızdan ayrıldı. “Ben bir kavga adamıyım. Sinemam da bir kavganın, halkımın kurtuluş kavgasının sinemasıdır” diyen Güney, bulunduğu her mekân ve zamanda, her sevinç ve acıda, hapishanede ve dışarıda, insan sohbetlerinde sinemayı düşünüyor, hayalini kuruyor, yazıyor ve yapıyordu.

Sinemanın ‘Çirkin Kral’ı Yılmaz Güney’in yaşamını yitirmesinin üzerinden 40 yıl geçti. Türkiye sinemasına çeyrek asırlık bir miras bırakan Güney, 26 Ekim 1982’de Türkiye vatandaşlığından çıkarıldı.

Güney, 1937 yılında Siverekli bir baba ve Vartolu bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Kimi kaynaklar Urfa doğumlu olduğunu söylese de kendisi Adana’nın Yenice köyünde doğduğunu anlattı.

KOMÜNİZM PROPAGANDASINDAN CEZAEVİNE GİRDİ

Adana’dan sonra, İstanbul’a iktisat okumaya gelip Atıf Yılmaz’la tanışmasından sonra onun da desteğiyle sinema çalışmalarına başladı.

Sinema ve yazın dünyasındaki faaliyetleri devam ederken, 1955’te kaleme aldığı “3 Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” adlı öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle hakkında açılan dava 1961 yılında sonuçlandı. Mahkeme başlangıçta 7.5 yıl ağır hapis ve 2.5 yıl sürgün cezası verdi. Temyiz mahkemesinin kararı bozmasıyla yeniden görülen mahkeme sonucu cezası 1.5 yıl ağır hapis ve 6 ay sürgün cezasına çevrildi. Sürgün dönemini de Konya’da geçirdi.

Ezilen ‘Anadolu çocuğu’ ve başkaldırısını işlediği filmleriyle aynı dönem de ‘Çirkin Kral’ lakabını aldı. Lütfü Akad’ın yönettiği, kendisinin yazdığı Hudutların Kanunu ise hem kendi oyunculuğuna hem de Türkiye sinemasına yeni bir soluk getirdiği dönem oldu.

Çeyrek asıra sıkıştırmak zorunda kaldığı sinema ve sanat dünyası 1972 yılında yeniden hapse girmesiyle devam etti. ‘Devrimcilere yardım ve yataklık’ yapmanın suç sayıldığı bir dönemin mahkemesinde, yeniden 10 yıl hapse ve sürgüne mahkum edildi. Cezaevi, sinema ve sanat ile ilgili fikirlerini; şiir ve öykülerini orada da duyurmasına engel olmadı ve içeriden Güney Dergisi’ni çıkardı.

1974 yılında genel afla cezaevinden çıktıktan sonra, sınıf ve kent- köy yaşamı arasındaki çelişkileri konu aldığı yönetmenliğini, yapımcılığını, senaristliğini ve başrol oyunculuğunu kendisinin yaptığı Arkadaş filmini çekti.

Aynı yıl Endişe filmini çekerken, hayatının geri kalanını tamamen değiştirecek olay yaşandı. Adana’nın Yumurtalık ilçesinde bir gazinoda ilçe yargıcı Sefa Mutlu’yu öldürmekten tutuklandı ve 1976’da 19 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Cinayeti kendisinin işleyip işlemediği ise tartışmalı bir konu. Görgü tanıklarının olay hakkındaki ifadeleri birbirleriyle çelişirken, Güney’in, bu davanın duruşması sırasında verdiği ifade ise şöyle oldu:

“İnanıyorum ki hakim Sefa Mutlu’yu benim vurmadığımı sizler de biliyorsunuz. Fakat eliniz mecburdur. Bu koşullarda objektif davranmanız mümkün olmayacaktır. Bu karşılaştığım ilk haksızlık değildir. Son haksızlık da olmayacaktır. Saygılarımla…”

Yıllar sonra bir gazeteye verdiği demeçte, o dönem asistanlığını yapan yönetmen Ali Özgentürk ise olayı şöyle anlattı:

“Gazino ağzına kadar doluydu. Bir süre sonra deniz kenarından karartı şeklinde bir adam gelerek gazinoya girdi. Sarhoş olduğu her halinden belliydi, ayakta bile doğru dürüst duramıyordu. Birdenbire “Ulan sana Yılmaz Güney mi diyorlar. Yılmaz Güney kim?” diyerek küfür etmeye başladı. Herkes şaşırmıştı. Yılmaz adama hiç cevap vermedi. Birtakım kişiler araya girerek adamı gazinodan uzaklaştırdılar. Daha sonra ağır ceza hakimi olduğunu öğrendiğimiz bu adam, yani Sefa Mutlu, ailesiyle birlikte gazinonun az ilerisinde bir kampta kalıyormuş. Bir süre sonra yine geldi. Yine sarhoştu. Bu kez Yılmaz’ın eşiyle ilgili çok ağır bir söz söyledi. Ne olduysa işte o anda oldu. Gazino birdenbire karıştı. O karışıklıkta olayın nasıl olduğunu göremedim.”

YOL VE SÜRÜ

Üçüncü hapis cezası da Güney’in sinemayla olan bağını kesemedi. Zeki Ökten tarafından çekilen Sürü filmini cezaevindeyken yazdı. Yine aynı dönem Yol filmi Şerif Gören tarafından çekildi.

CANNES FİLM FESTİVALİNDE ALTIN PALMİYE ÖDÜLÜ

Cezaevinde de kültür- sanat dergisi çıkarmaya devam eden Güney, yazdıklarından dolayı darbe sonrası ilan edilen sıkıyönetim tarafından 10 ayrı dava ile cezalandırılmak istendi. Davalarda istenen ceza neredeyse 100 yıldı.

1981 Ekim’inde aldığı izin sonrası cezaevinden firar ederek yurt dışına yerleşmek zorunda kaldı. Bu firardan sonra Yol’un kurgusunu tekrar yaptı ve Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü kazandı.

VATANDAŞLIKTAN ÇIKARILMASI

Türkiye’den ayrıldıktan sonraki aylarda, hakkında açılan üç dava sonuçlandı ve toplam 20 yıl ağır hapis, 7 yıla yakın da sürgün cezası alması için hüküm verildi. Cezaevi firarından sonra ülkeye dön çağrılarına uymadığı için 1982’de vatandaşlıktan çıkartıldı.

Vatandaşlıktan çıkarıldığı yıl, Fransa’da bir hapishanede yaşananları anlattığı ve Fransız hükümetinin de desteğini alarak senaryosunu yazıp yönettiği Duvar (Le Mur) filmini çekti.

Son yıllarını Paris’te geçirmek zorunda kalan Güney, 1984 yılında mide kanserinden hayatını kaybetti.

Nihat Behram, Yılmaz Güney’in son günlerinde çok üşüdüğü bir an, “Çok üşüyorum, beni komünarların battaniyesine sarın” dediğini aktarıyor.

Ölümünden yıllar sonra 1994 yılında dönemin İçişleri Bakanlığı tarafından tekrar vatandaşlığa alındı.

Bu durum hakkında görüşüne başvurulan eşi Fatoş Güney, “Benim için zaten vatandaşlıktan çıkarılma olayı, sadece kâğıt üzerinde bir işlemdi. Hiçbir zaman önemsemedim. Şimdi de önemsemiyorum” dedi.

Yılmaz Güney’in ömrünün bir kısmını hapiste bir kısmını yurt dışında geçirmek zorunda olduğu gerçeği ortadayken, ölümünden 10 yıl sonra gelen vatandaşlığa iadesi de kağıt üzerinde kalmaktan öteye gidemeyecekti.

(HABER MERKEZİ)

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak