Alevi Haber Ajansi

Hıdır Murat Doğan: Çocukluğumuzun kapanmayan yaraları var-VİDEO

PİRHA- “Biraz Ormanda Saklanacağım” adlı dosyası ile 2020 Sennur Sezer Emek-Direniş Öykü Ödülü’ne layık görülen Hıdır Murat Doğan, öykülerini çocuk gözüyle yazmaya çalıştığını belirterek, “Eğer gözleriniz görüyorsa, kulaklarımız duyuyorsa, dünyanın acıtan yanını, hayatın, yaşamın acıtan yanını da anlatmamız gerektiğini de düşünüyorum” dedi.

Haberin videosu;

2017 ve 2018 yıllarında iki öykü kitabı “Kükürt” ve “Soğuk Masal”ı okuyucuyla buluşturan Hıdır Murat Doğan yakın zamanda ise “Biraz Ormanda Saklanacağım” adlı dosyası ile 2020 Sennur Sezer Emek-Direniş Öykü Ödülü’ne layık görüldü.

Öğretmen olan Hıdır Murat Doğan, Kurgu Kültür, Güney Dergisi, Logos, Otobug, Fraksiyon, TabutMag, Yalnızlar Mektebi, Çınaraltı, Kaos Çocuk Parkı, Heroinstar, Tersakan Sanat, Hırkalı Edebiyat gibi birçok yayın organında öyküleri yayınlandı.

2020 yılında Gıda-İş Sendikası ve Manos Kitap tarafından beşincisi düzenlenen “Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülleri”nde “Biraz Ormanda Saklanacağım” başlıklı dosyasıyla öykü dalında birinciliğe değer görülen Hıdır Murat Doğan ile “Biraz Ormanda Saklanacağım” kitabı ve yazım hayatına ilişkin konuştuk.

“İNSANLARI UYKUSUZ BIRAKAN UYKUSUZLUK PAYINDAN BİZİM PAYIMIZA DÜŞEN BİR KISIM MUTLAKA VAR”

Diren KESER: Sennur Sezer ödülüne layık görüldünüz. Şennur Sezer ödülüne gelmeden önce yazım hayatınız nasıl başladı?

Hıdır Murat Doğan: Sennur Sezer ödülünden önce yaklaşık 15-16 yıldır çeşitli yayın organlarında yazıp çiziyorum kendimce. Aslında bir öğretmenim. Farklı zevkleri de olan, hobileri olan tipik bir insanım aslında. Edebiyatta yaptıklarımın arasında bir başka boyuttu. Okumayı sevmekle başladı tabi birçok şey. Ardından insanın yaşadıklarıyla, öğrendikleriyle bir şeyler karalamaya başlıyor kendince. Evde kendi imkânlarıyla dediğimiz biçimde defterlere, kâğıtlara, bulduğumuz bir yerlere en azından benim için süreç böyle gelişti. Daha sonra birkaç arkadaşımın beğenileriyle bu yazdıklarımı çeşitli dergilere, yayın organlarına göndermeye başladım. Sonrasında da kendimi bu dünyanın içeresinde buldum. Genellikle hani bir duruşu olan, bir amacı olan yayın organlarında yazmayı uygun görüyordum kendi kendime. Birçok yayın organında yazıp, çizdim. Edebiyat dünyası içerisinde kurgu, kültür, güney dergisi, tabut meg, Kaos çocuk parkı yayınları gibi çeşitli yayın organlarında yazıp, çizdim. Ardından yazdıklarımın artık bir kitap boyutuna geçtiği zamanlar oldu. Ben genellikle öykü ve denemeler yazıyorum. Bu öykü ve denemeleri derlediğimiz iki ayrı kitabım 2017 ve 2018 yılında yayınlandı. Birisi “Kükürt” isimli bir öykü, kitabın diğeri de “Soğuk Masal” isimli kitabım 2018 yılında yayınlandı.

Sennur Sezer Ödülü gelmeden önce de bir kitap dosyası hazırlıyordum. Kitap dosyasına ilk paragrafı yazdığımda aslında bambaşka bir hikâye düşünürken süreç benim için yazma süreci kendi hikâyemi anlatmaya dönüştü.  Elbette sadece kendi hikâyem değil, işin kurgusal boyutunun da olduğu çeşitli öykülerin de olduğu bir kitap dosyası hazırladım. Bunları anlatmak gerekiyordu diye düşünüyordum. Çünkü biraz hani kendi adıma her ne kadar böyle politik anlamda kendimi yeterli bulmasam da en azından gördüğümüz, yaşadığımız dünyada anlatılması gereken toplumsal gerçekçi boyutta diyeceğimiz birçok öykü vardı. Ben en azından kendi adıma az çok bir şeyleri bir kitap dosyası haline getirmiştim. Nerede yayınlanacağını ya da nasıl yayınlanacağını da düşünmeden bu dosyayı oluşturmuşum. Ama Sennur Sezer ödülleri için yazılan şartnameyi gördüğümde bu kitap dosyasının ora için uygun olacağını düşündüm açıkçası. Çünkü yarışma şartnamesinde şöyle bir cümle vardı. Sennur Sezer’in deyimiyle “sabahları sokakları sara ekmek kokusunun mayalanmışındaki uykusuzluk payı” diye bir ibare vardı.  Evet, insanları uykusuz bırakan uykusuzluk payından bizim payımıza düşen bir kısım mutlaka var. Ancak bunların belki yeterli düzeyde anlatılmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Zaten okunan eserlerin sayısı çok çok sınırlı hele de bir tipik bir aşk hikâyesinin, ya da basit öykülerin günlük yaşam öyküleri dışında anlatılması gereken acılar var, anlatılması gereken emekçiler var, anlatılması gereken direnenler var. Bunların anlatılması gerektiği düşünerek oluşturdum bir dosya idi.  Ve ardından yarışmaya gönderdim ve süreç böyle gelişti.

-Okunacağını düşünerek mi yazıyorsunuz?  Yoksa içinizdekini ifade edemediğiniz zamanlar mı kaleme sığınıyorsunuz?

Mutlaka insan okunacağını düşünerek de yazar, insan biraz da böyle bir varlık. Belki sadece bir kişi okuyabilir, belki sadece on kişi okuyabilir, ya da milyonlar okuyabilir hiç fark etmez. Ama yazdığınız şeylerin insanlar tarafından okunması mutlaka yazan, çizen herkes için önemli bir kavram. Ama elbette bir de şu boyutu var; insanın içini dökmesini de sağlayan bir araç yazmak. Nasıl ki şurama kadar geldi diyoruz ve yazarken de belki de şuramıza kadar geliyor ve bunu kâğıtlara dökme ihtiyacı hissediyoruz.

“EĞER GÖZLERİMİZ GÖRÜYOR, KULAKLARIMIZ DUYUYORSA, DÜNYANIN, YAŞAMIN ACITAN YANINI DA ANLATMAMIZ GEREKİYOR”

-Özellikle yaşadığınız izler çok yansıyor yazdıklarınıza. “Sivas deplasmanı” adlı öykünüzde “zayi edilmiş yarın, şüphesiz geri dönmeyecek çocukluğumuzu yendi” diyorsunuz ve sitem ediyorsunuz.

Bahsettiğiniz bölümde aslında apartmanımızın karşısındaki toprak bir sağdan bahsediyorum aslında. Ve yıllar sonra orayı gördüğümde yerine çok lüks rezistansların dikildiği hatırlıyorum.  Ama bizim o çocuk saflığı dediğimiz dönemde her şeyin temiz olduğu dönemde o rezistanslar yoktu. Çok daha temiz insan ilişkileri vardı. Ben kendi adıma bunları yazmam gerektiğini düşündüm. Çünkü Sezer Pavese yaşam uğraşı isimli şu an kitaplaştırmış halde ama Sezer Pavesenin günlüklerinin bir dökümüdür. Orada şöyle bir cümle kuruyor. “Acı çekmiş hiç kimse artık eskisi gibi değildir. Ancak zaman içerisinde kabuk tutup nasırlaşabilir” diyor. Hepimizin için geçerli, eğer gözleriniz görüyorsa, kulaklarımız duyuyorsa, dünyanın acıtan yanını, hayatın, yaşamın acıtan yanını da anlatmamız gerektiğini de düşünüyorum. Evet, kişisel olarak belki herkes acılar yaşıyor ama dışarıya da gözlerimizi kapamamamız gerekiyor. Çünkü ortaklaştığımız öyküler var, katliamlar, patlamalar, olaylar, zulümler, direnişler insanların tamamı için bunlar geçerli. Hani ben kendi adıma onlara gözlerimizi kapamamamız gerektiğini dünyayı kirleten işte o çocukluğumuzdaki o zayi edilmiş yarını bu hale getiren düzenden ya da yaşamdan kendi adıma hesap sormak istedim diyelim biz ona.

“ÖYKÜLERİMİ ÇOCUK GÖZÜYLE YAZMAK İSTEDİM”

-Bu hesap sorma aslında sorulmamış hesaplar da beraberinde getiriyor. Aynı öyküde Sivas Katliamına ilişkin bir bakışta var. Annenizin yüzündeki acısı, soskağın suskunluğu. Belki de yüzleşme gerçekleşmiş olsa başka bir öyküyü okuyor olabilirdik.

Elbette belki karşılaştırmak doğru değil ama bir Norveçlinin bunları yaşayacağını yâda bunları anlatacağını ı düşünemiyorsunuz. Çünkü orada belki yaşanmayan, bizim çocukluğumuzda yaşanmayan olayları bizler buralarda gördük. Ben kendi adıma az çok politik de bir ailenin içeresinde de büyüdüm. Ve burada kendi adıma bir çocuk olarak, orada da bir çocuk gözüyle yazmak istedim açıkçası. Evet, hesaplaşılsaydı, benim de çocukluğumda zihnimde canlanan sahne,  zihnimden silinmese de bu kadar acıtmayacak diyecektim ki evet bunun yanlış olduğu biliniyor,  bunun yanlış olduğunu fark etti şu an dünya bundan hesap soruldu. Ama hesap sorulmadı benim de o çocukluktan kalan televizyon karşısında Sivas katliamını belki de naklen izleyerek ağlayan annemin hayatımda ilk defa o kadar kötü halde gördüğüm annemin o sahnesi benim de gözümün önünden hiç gitmeyecek.

-Günümüzün sorunları farklı mı sizce?

Günümüzün sorunları çok da farklı değil. Bu noktada böyle her şey değişti, artık böyle şeyler yaşamıyoruz diyemiyorum henüz. Birkaç yıl öncesinde Ankara patlaması gibi, Suruç patlaması gibi hala benzer şeyler ülkemizde yaşanıyor ve sadece şekli değişiyor, mekân değişiyor, ama çokta farklı bir durumda olduğumuzu düşünmüyorum açıkçası.

“BİR ŞEYLERİN DEĞİŞMESİNİ İÇİN ÇOK KÜÇÜKTE OLSA KATKIDA BULUNMAK İÇİN YAZIYORUM”

-Öykü, bu sürecin aydınlanmasını sağlayacak bir noktada mı?

Ben kendi adıma bir savaş verdiğimi düşünüyorum. Elbette belki benim bireysel çabamla olacak bir durum değil. Nasıl ki, bin yıllar öncesinden bir taş bugün bir kazı sırasında bulunup bakın işte yaşananlar bunlar bir anlamı çıkarılabiliyorsa, benim yazdıklarım da kendi adıma bir yerde belki bin yıl sonra insanların karşısına çıkıp “orada bunlar yaşanmış” denmesi noktasında bir faydası olabileceğini düşünüyorum. Bu gün içinde beni okuyacak üç kişi, beş kişi, on kişi, ya da yüzlerce kişi yazdıklarımdan bunlar mı yaşanmış, o pencereden bunları görüyormuş noktasında kafasında bir soru bırakabilirsem en azından belki bir şeylerin değişmesini için çok küçükte olsa bir adım atmış olabilirim.

“PANDEMİ DÖNEMİ İNSANLARIN VERİMİNİ DÜŞÜRDÜ”

-Özellikle aslında başta sizde ifade ettiniz tam da Sennur Sezer’e yakışır bir kitap olmuş. Bundan sonrasına dair neler planlıyormusunuz?

İllaki ben de bir insanım, her zaman verimli biçimde yazamayabiliyorum. Özellikle birçok yazar arkadaşımın da, ben de aynı fikirde olduğunu biliyorum. Özellikle pandemi dönemi insanların verimini düşürdü, insanların eskisi gibi hayata adapte olmamıza bile engel olan bir şey ne yazık ki yazmamıza da engel oluyor. Ama bu günlerin geçeceğini kendi adıma inanıyorum. Ve elbette yazım dilim, üslubum değişebilir, ya da gelişebilir. Bunu geliştirmek için en azından kendi adıma bir çaba sarf ediyorum. Ama yazdıklarımın bir kaygısının olması gerektiğini düşünüyorum. Umarım bir 15. kitabım olursa yine bir meselesi olan öyküler yazmak istiyorum.

-Okuyucularla buluşabiliyor musunuz?  

Doğrusunu söylemek gerekirse, bu durumda eskisi gibi değil. Sadece ben değil, bizim ustalarımız çok daha bu dünyada yer edinmiş yazar, şair arkadaşlarımız da ne yazık ki okuyucuyla buluşma noktasında şu an bir sıkıntı yaşıyorlar. Kitap fuarları, etkinlikler bir bir erteleniyor. Ülkemizde zaten sanatsal ya da sanatsal kültürel edebi etkinlikleri çok da böyle sıcakkanlı yaklaşılmadığını da biliyoruz. Bu noktada zaten sıkıntılı bir süreç var. Şimdi bu süreçte en azından o klasik tabirle sosyal mesafe kuralları çerçevesinde küçük çapta organizasyonlar yapılabiliyor. Bunları da önümüzdeki günlerde de yapacağız ama ne yazık ki küçük çaplı organizasyonlar halinde kalıyorlar.

“OKUYUCUYLA BULUŞMAK İÇİN YENİ MECRALARA DA İHTİYACIMIZ VAR”

-Yeni mecralara ihtiyaç var.

Kesinlikle var. Belki dijital dünya ne yazık ki birçok şeyi elimizden alıyor. Duygularımızı, ilişkilerimizi, hayata bakış açımızı, ne yazık ki bir biçimde değiştiriyor ama var olan dünya ne yazık ki bu mecralara kısılıp kalmak zorunda kalıyor. Ne yazık ki kalacak gibi de görünüyor.

Ben kendi adıma insanlarla temas halinde yani bire bir fiziksel temas halinde bulunmayı doğru görüyorum, ama ne yazık ki, evet yeni mecralara da ihtiyacımız var. Bu bağlamda da birçok yazan, çizen, sanat yapan, yapmaya çalışan insanlar da dijital dünyanın içeresinde de farklı alternatifler geliştirmeye çalışıyorlar. Ben de kendi adıma böylesi çabalarım da var.

-Okuyuculardan son kitabınıza dair bir tepki geldi mi? Neler söylüyorlar?

Son kitabıma dair genellikle olumlu tepkiler var. Özellikle bahsettiğimiz Sivas katliamı gibi, Ankara patlaması gibi, bunlara değinmiş öykülerimi çok beğendiklerini söylüyorlar. Muhtemelen insanların hafızasını da tazeledikleri bir süreç yaşanıyor.

-Teşekkürler. Son olarak ne söylemek istersiniz?

Öncelikle ben teşekkür ediyorum. Okuyucuların kitabımla buluşmasını umuyorum.

Diren KESER/MERSİN

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak