PİRHA – 2025 yılı, kadınlar açısından yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da eşitsizliklerin ve şiddetin derinleştiği bir yıl oldu. Aile söylemi, yargı düzenlemeleri, savaş koşulları ve mezhepsel baskılar kadınların yaşamını kuşatırken; Alevi kadınlar başta olmak üzere kadınlar, çoklu ayrımcılığa karşı mücadeleyi büyüttü.
2025 yılı, kadınlar açısından yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerinde eşitsizliklerin ve şiddetin derinleştiği bir yıl olarak kayda geçti. Aile merkezli politikalar, yargı düzenlemeleri, savaş koşulları ve mezhepsel baskılar kadınların yaşamını kuşatırken; Alevi kadınlar başta olmak üzere kadınlar, çoklu ayrımcılığa karşı hem sokakta hem de örgütlü mücadele alanlarında ses yükseltti. Kadınlar, 8 Mart ve 25 Kasım gibi tarihsel günlerde eşitlik, şiddetsiz yaşam ve ayrımcılığa karşı taleplerini yineleyerek dayanışmayı büyüttü.
AİLE YILI İLANI TARTIŞMALARI
Türkiye’de 2025 yılı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın koordinasyonunda “Aile Yılı” ilan edildi. Hükümet, bu kararı “ailenin korunması, doğurganlık oranlarının artırılması, kuşaklar arası bağların güçlendirilmesi ve toplumsal değerlerin yaşatılması” gerekçeleriyle kamuoyuna duyurdu. Yıl boyunca evlilik teşvikleri, doğum destekleri ve aile odaklı sosyal politikaların artırılacağı açıklandı.
Ancak “Aile Yılı” ilanı, kadın örgütleri ve feminist hareket tarafından yoğun eleştirilerle karşılandı. Kadın örgütleri, aile merkezli politikaların kadınları birey olarak değil, yalnızca “eş” ve “anne” rolleri üzerinden tanımladığını vurguladı. Açıklamalarda, aile söyleminin kadınlara yönelik şiddeti görünmez kıldığı, kadın cinayetlerinin ve erkek şiddetinin yapısal nedenlerinin göz ardı edildiği ifade edildi.
Kadınlar, yıl boyunca düzenlenen basın açıklamaları, sokak eylemleri ve kampanyalarla “Aile yılı değil, kadın yılı” talebini yükseltti. Özellikle kadın cinayetlerinin arttığı, koruyucu yasaların etkin biçimde uygulanmadığı bir dönemde “ailenin korunması” vurgusunun sorunlu olduğuna dikkat çekildi. Eylemlerde, “Aile değil kadınlar korunmalı”, “Evler kadınlar için güvenli değil” ve “Aile adı altında şiddet meşrulaştırılamaz” sloganları öne çıktı.
Kadın örgütleri ayrıca, 6284 sayılı Kanun’un etkin uygulanmasını ve İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe girmesini talep ederek, şiddetsiz bir yaşamın devletin temel sorumluluğu olduğunu bir kez daha hatırlattı. “Aile Yılı” ilanı, 2025 boyunca kadın mücadelesinin en önemli tartışma başlıklarından biri olarak gündemde kaldı.
11. YARGI PAKETİ TARTIŞMALARI
2025’in son çeyreğinde kamuoyunun gündemine gelen “11. Yargı Paketi”, AKP tarafından hazırlanarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) sunulması planlanan geniş kapsamlı bir yasa tasarısı olarak öne çıktı. Paket, ceza hukuku başta olmak üzere birçok kanunda değişiklik öngörüyordu. İlk taslak metninde, LGBTİ+’ların davranışlarının suç sayılmasına kadar varabilecek düzenlemeler yer aldı. Taslağa yansıyan “biyolojik cinsiyete aykırı tutum ve davranış” gibi ifadeler, LGBTİ+’ların günlük yaşamını ve ifade özgürlüğünü doğrudan hedef alan cezalandırıcı düzenlemeler olarak yorumlandı.
Kadın ve LGBTİ+ örgütleri, taslak metni “ayrımcı ve kriminalize edici” olarak değerlendirdi. 15’ten fazla LGBTİ+ derneği ortak açıklama yaparak ciddi hak ihlallerine dikkat çekti ve paketin geri çekilmesi çağrısında bulundu. Kadın platformları ve LGBTİ+ hak savunucuları, “11. Yargı Paketi’ni Meclis’e getirmeyin!” sloganıyla birçok kentte eylemler düzenledi.
Bu protestolarda, paketle birlikte LGBTİ+’ların varlığını hedef alan ve toplumsal cinsiyet normlarına aykırı davranışları cezalandırmayı amaçlayan maddelere karşı çıkıldı. Bazı kadın örgütleri ve baro temsilcileri de basın açıklamalarıyla paketin eril bakış açısıyla hazırlandığını, bireysel hak ve özgürlükleri daraltacağını ifade etti. İnsan hakları örgütleri ve sendikalar da ortak çağrılar yaparak LGBTİ+’ları hedef alan hükümlerle çocuk ve gençlere yönelik ağırlaştırılmış cezaların kabul edilemez olduğunu dile getirdi.
Bu yoğun tepkiler sonucunda, Meclis’e sunulan nihai taslakta LGBTİ+’lara yönelik bazı ayrımcı düzenlemelerin çıkarıldığı yönünde kamuoyuna yansımalar oldu. Ancak 11. Yargı Paketi hâlâ TBMM gündeminde bulunuyor; yasalaşma süreci bütçe sonrası çalışmalar kapsamında devam ediyor ve nihai metin henüz kabul edilmiş değil.
SURİYE’DE ALEVİ KADINLAR NE YAŞADI?
2025 yılı, Suriye’de Alevi kadınlar açısından hayatta kalma, zorunlu göç ve görünmez kılınma yılı oldu. Savaşın yıllardır süren yıkıcı etkileri, özellikle Alevi nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerde daha belirgin hale geldi. HTŞ’nin (Heyet Tahrir el-Şam) etkisini artırdığı alanlarda Alevi kadınlar hem mezhepsel hedef haline gelmenin hem de kadın olmaktan kaynaklı çoklu ayrımcılığın sonuçlarıyla yüz yüze kaldı.
HTŞ’nin kontrol sağladığı ya da etkili olduğu bölgelerde Alevi kimliği, kadınlar için doğrudan bir güvensizlik nedeni haline geldi. Alevi kadınlar kimlikleri nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kaldı; birçok aile, kadın ve çocuklarını daha “güvenli” olduğu düşünülen bölgelere göndermeye çalıştı. Bu süreçte kadınlar yalnızca çatışmalardan değil, mezhep temelli ayrımcı uygulamalardan da korunmaya çalıştı. Kamusal alandan çekilme, görünmez olma ve sürekli bir korku hali, kadınların gündelik yaşamının parçası haline geldi. Alevi kadınların bir kısmı, kimliklerini gizlemek zorunda kaldıklarını ve Alevi olduklarının anlaşılmasının doğrudan hayati risk yarattığını ifade etti.
2025’te Alevi kadınların yaşadığı en temel sorunlardan biri zorunlu göç oldu. Köylerinden ve mahallelerinden ayrılmak zorunda kalan kadınlar, gittikleri yerlerde barınma, sağlık ve gıdaya erişimde ciddi sorunlar yaşadı. Yerinden edilme, kadınların bakım yükünü daha da artırdı; çocukların, yaşlıların ve hasta yakınlarının sorumluluğu büyük ölçüde kadınların omzuna yüklendi. Bu süreçte kadınlar hem ekonomik olarak yoksullaştı hem de sosyal destek ağlarından koptu. Eğitimden uzak kalan kız çocukları ve erken yaşta evliliğe zorlanma riski, kadınların en sık dile getirdiği kaygılar arasında yer aldı.
KADIN BEDENİ ÜZERİNDEN KURULAN BASKI
HTŞ’nin etkili olduğu bölgelerde kadınlar, gündelik yaşamda dini ve ahlaki kurallar adı altında yoğun bir denetime maruz kaldı. Giyim, dolaşım ve kamusal alanda bulunma gibi alanlarda kadınların hareket alanı daraltıldı. Alevi kadınlar, bu baskının yalnızca siyasi değil, aynı zamanda kadın bedenini kontrol etmeye yönelik ideolojik bir yönü olduğunu dile getirdi. Birçok kadın, bu baskılar nedeniyle evden çıkmamayı ve görünmez olmayı bir tür korunma yöntemi olarak benimsedi.
Suriye’de yaşananlar uluslararası kamuoyunda sınırlı yer bulurken, Alevi kadınların yaşadıkları çoğu zaman görünmez kaldı. Mezhepsel, cinsiyet temelli ve savaş kaynaklı şiddet biçimleri iç içe geçerken, bu deneyimler ne resmi raporlarda ne de uluslararası açıklamalarda yeterince yer aldı. Bu durum, Alevi kadınlar açısından yaşananların tanınmaması ve adlandırılmaması anlamına gelen ikinci bir travmaya dönüştü.
ALEVİ KADINLARIN SİYASİ VE TOPLUMSAL MÜCADELESİ
2025’te Alevi kadınlar yalnızca inanç temelli ayrımcılığa değil, savaş koşullarında ve Türkiye’de yaşanan hak ihlallerine karşı da çeşitli dayanışma ve mücadele pratikleri geliştirdi.
Suriye’de HTŞ gibi silahlı grupların Alevi topluluklarına ve özellikle kadınlara yönelik saldırıları gündeme gelirken, Türkiye’de kadın örgütleri bu duruma karşı alanlara çıktı. Alevi ve Dürzi kadınlara yönelik saldırılara dikkat çekerek Türkiye’nin birçok kentinde eylemler düzenledi. Bu eylemlerde saldırıların “soykırım ve sistematik şiddet” boyutuna vurgu yapıldı; sessiz kalınmaması çağrısı yapıldı. İstanbul başta olmak üzere bazı kentlerde Suriye Konsolosluğu önünde basın açıklamaları gerçekleştirildi.
Alevi kadınların örgütlenmesi yalnızca Türkiye ile sınırlı kalmadı. Avrupa Alevi Kadınlar Birliği gibi diaspora örgütleri, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü kapsamında açıklamalar yayımladı. Bu açıklamalarda İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmesi talep edildi; kadın hakları mücadelesinin uluslararası dayanışma ile güçlendirilmesi gerektiği vurgulandı. Ayrıca Avrupa’daki Alevi kurumları arasındaki iç tartışmalara karşı kadın perspektifinden birlik ve dayanışma çağrıları yapıldı.
2025’te Alevi kadın örgütleri ve kadın platformları tarafından öne çıkarılan temel talepler arasında şunlar yer aldı:
– Alevi kadınlara yönelik mezhepsel ayrımcılığın ve savaş koşullarında maruz kaldıkları şiddetin derhal sona erdirilmesi, sorumluların hesap vermesi
– İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere uluslararası koruma mekanizmalarının uygulanması
– Kadın bedenleri üzerinden yürütülen şiddetin savaş stratejisi olarak kullanılmasına karşı uluslararası kamuoyunun harekete geçmesi
2025’TE DE ERKEK ŞİDDETİ HIZ KESMEDİ
Türkiye’de kadın cinayetleri, 2025’te de kadınların yaşamını en fazla tehdit eden sorunların başında geldi. Kadın cinayetleri, kadın örgütleri tarafından bireysel suçlar değil; toplumsal cinsiyet eşitsizliği, erkek egemen kültür ve cezasızlık politikalarıyla beslenen yapısal bir sorun olarak tanımlandı. Koruyucu yasaların etkin uygulanmaması, silahlanmanın denetimsizliği, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ve “aile odaklı” politikalar, bu tabloyu derinleştiren başlıca etkenler arasında gösterildi.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre, 2025’in ilk 11 ayında en az 262 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Aynı dönemde yaklaşık 287 kadın “şüpheli şekilde ölü” bulundu. Platform, bu vakaların önemli bir bölümünün kadına yönelik şiddetle bağlantılı olabileceğine dikkat çekerek, şüpheli ölümlerin görünür kılınmasının önemini vurguladı.
KADINLAR ÇALIŞIYOR AMA GÜVENCESİZ
2025 yılı, kadınlar açısından emek yaşamında eşitsizliklerin daha da derinleştiği bir yıl oldu. Kadınlar istihdamda yer almaya devam etse de güvencesiz, düşük ücretli ve esnek çalışma biçimleri yaygınlaştı. Kadınların işgücüne katılım oranı erkeklerin gerisinde kalırken, bakım yükü ve kamusal destek mekanizmalarının yetersizliği bu farkın temel nedenleri arasında yer aldı.
Çocuk, yaşlı ve hasta bakımının büyük ölçüde kadınların sorumluluğunda olması, kadınların işgücünden çekilmesine ya da yarı zamanlı ve kayıt dışı çalışmaya zorlanmasına neden oldu. Kreş ve bakım hizmetlerinin yaygınlaştırılmaması, kadın emeğini daha da kırılgan hale getirdi. Ekonomik kriz ve hayat pahalılığı, özellikle yalnız yaşayan, çocuklu ve kayıt dışı çalışan kadınlar üzerinde yıkıcı etkiler yarattı. Ücret eşitsizliği 2025’te de devam etti; kadınlar aynı işi yapmalarına rağmen erkeklerden daha düşük ücret aldı.
2025 bütçesinde kadınlara yönelik politikalar sınırlı kaldı. Kadının güçlendirilmesine, istihdama katılımına ve şiddetten korunmasına ayrılan pay düşük seviyelerde seyretti. Kadın emeğinin en görünmez alanı olan ev içi ve bakım emeği ise karşılıksız kalmaya devam etti. İşyerlerinde ayrımcılık, mobbing ve cinsel taciz vakaları sürerken, güvencesiz çalışma kadınların bu ihlallere karşı ses çıkarmasını zorlaştırdı.
Tüm bu tabloya rağmen kadınlar, 2025 boyunca emeği, yaşamı ve hakları için mücadeleyi sürdürdü. Sokakta, işyerlerinde ve örgütlü alanlarda yürütülen mücadele, eşitlik talebini gündemde tutmaya devam etti. 2025, kadınlar açısından hem derinleşen eşitsizliklerin hem de süren direnişin yılı oldu.
KADINLARIN ‘BARIŞ’ TALEBİ
2025 yılı, Türkiye’de “Barış ve Demokratik Toplum Süreci” ile birlikte kadınların barış mücadelesi ve demokratik hak taleplerini hem sokaklarda hem de siyasal platformlarda görünür kıldığı yoğun bir yıl oldu. Kadınlar, barışın inşası ve demokratik toplum hedeflerinin ana aktörleri olduklarını vurgulayarak çeşitli eylem ve girişimler gerçekleştirdiler. Kadın örgütleri, siyasetçiler ve inanç temelli kadın yapıları, barışın kalıcılaşmasının ancak kadınların sürecin öznesi olmasıyla mümkün olacağını vurguladı.
Bu süreçte Alevi kadınlar, barış mücadelesine kendi inançsal ve toplumsal talepleriyle dahil oldu. Alevi kadın platformları ve dernekleri, barışın yalnızca silahsızlanma değil; eşit yurttaşlık, inanç özgürlüğü ve kadınların görünürlüğüyle birlikte ele alınması gerektiğini dile getirdi. Yapılan açıklamalarda, geçmişten bugüne süren ayrımcılık, katliamlar ve cezasızlık politikalarının kadınların yaşamını doğrudan etkilediğine dikkat çekildi.
Kadınlar, yıl boyunca düzenlenen yürüyüşler, basın açıklamaları ve barış buluşmalarında “Savaş en çok kadınları vurur”, “Barış kadınların sözünü büyütür” sloganlarıyla taleplerini dile getirdi. Diyarbakır, İstanbul, Ankara, Adana, Mersin ve Dersim başta olmak üzere pek çok kentte yapılan eylemlerde kadınlar, demokratik çözüm ve toplumsal barış çağrısını yineledi.
Alevi kadınlar, barış sürecinin aynı zamanda kadınların kendi kimliklerini yeniden kurma zemini olduğuna işaret ederek, inanç ve cinsiyet temelli eşitsizliklere karşı ortak mücadele çağrısı yaptı. Kadınlar, demokratik toplumun inşasında inançların, kimliklerin ve kadın emeğinin yok sayılmaması gerektiğini vurguladı.
Kadınların ortak vurgusu ise barışın; kadınların söz ve karar mekanizmalarında yer aldığı, adaletin tesis edildiği ve toplumsal eşitliğin sağlandığı bir demokratik düzenle mümkün olacağı yönünde oldu. 2025 yılı, kadınların barış mücadelesinde daha görünür ve örgütlü bir hat örmeye çalıştığı bir yıl olarak kayda geçti.
HABER MERKEZİ
Yoruma kapalı.