PİRHA- Mersin Cemevi’nde düzenlenen panelde akademisyenler, Tekke ve Zaviyeler Kanunu’nun 100 yıldır Aleviliği görünmez kılan, kurumsal yapısını dağıtan ve toplumu siyasi alandan dışlayan en sert uygulamalardan biri olduğunu vurguladı.
Mersin Cemevi, ‘100. yılında Tekke ve Zaviyeler Kanunu’nun Aleviler İçin Anlamı’ konulu panel düzenledi. Moderatörlüğünü Mustafa Güler’in yaptığı panelde Mimar Sinan Üniversitesi’nden Prof.Dr. Şükrü Aslan ve Altınbaş Üniversitesi’nden Dr. Gözde Orhan konuşmacı olarak yer aldı. Panele çok sayıda Alevi kurum temsilcileri ve demokratik kitle örgütleri temsilcisi katıldı.
Panelde açılış konuşması yapan Mersin Cemevi Başkanı Hasan Kılavuz, bu kanunun Aleviler açısından olumsuz etkilerine değindi. Ardından moderatör Mustafa Güler, Cumhuriyet’in ilk yıllarında kapatılan dini yapıların ardından Diyanet İşleri Başkanlığı’nın giderek güçlenen bir kurum haline getirildiğine dikkat çekerek, “Bugün altı bakanlıktan daha büyük bütçeye sahip bir kurumun devlet ve siyaset üzerinde etkili olmaması mümkün değildir” dedi.
“BU KANUNLA ALEVİLER SİNDİRİLMİŞ HİSSETTİ”
Panelde ilk olarak konuşan Dr. Gözde Orhan, 100. yılında Tekke ve Zaviyeler Kanunu- Cumhuriyet ve Aleviler başlıklı bir konuşma yaptı. Kanunun tarihçesine değinen Gözde Orhan, bunun ilk zamanlarda bir müjde havasında duyurulduğunu aktardı. Bütün inançların ‘büyü’ yapmakla aynı kefeye koyulduğunu ve o dönemde çok ciddi bir baskı olduğu için güçlü bir itiraz olmadığını aktaran Orhan, şunları söyledi:
“1924 yılından sonra devletin Alevilere dönük sempatisi ortadan kalktı. Zamanla bir gevşeme oluyor ama hiçbir zaman Alevilere tahammül etme seviyesinde olmuyor. Bugün biliyoruz ki birçok tarikat çok rahat faaliyet yürütüyor ama Alevi Bektaşi toplulukları için 1960’lara kadar bir tahammül olduğunu söyleyemeyiz. Hacı Bektaş Dergahı açılıyor bir istisna olarak ama orası da bir müze olarak açılıyor. Bu süreç Alevi Bektaşi topluluklara çok ciddi bir sindirilmişlik, otokontrol duygusu yarattı. Öte yandan ibadetin evlere kaymış olması nesilden nesile aktarılması bir avantaj olarak düşünülebilir.”
“KANUN, ALEVİLERİ GÖRÜNMEZ KILAN POLİTİKALARIN DEVAMI”
Prof. Dr. Şükrü Aslan ise bu kanunun Türkiye’de Alevilerin tarihinin, kimliğinin, geleneğinin inşa edilememesi bağlamında en önemli konuların başında geldiğini belirtti. Alevilere dönük izlenen politikanın, Aleviliği siyasi alanını dışarıda tutan bir anlayışı yansıttığını dile getiren Aslan, “Alevilere dönük izlenen politikanın, Alevi siyasi alanını dışarıda tutan bir anlayış taşıdığını görüyoruz. Kanundaki bazı maddeler ise Alevilerin nasıl görünmez kılındığını açıkça ortaya koyuyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının zorunlu olarak yerine getirmesi gereken yükümlülükler arasında köylerde cami ve mescit yapımına bütün köy halkının katılma zorunluluğu getirilirken, yalnızca cami ve mescidin geçmesi; cemevinin yer almaması bunun en belirgin örneklerinden biri” dedi.
Kanunun açık bir şekilde Aleviliği hedef aldığını vurgulayan Aslan, “Kanun hazırlanırken Konya Milletvekili Refik Bey tarafından sunulduğunu ve tekke ile zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte babalık, çelebilik, seyitlik ve dedelik gibi unvanların da yasaklandığını görüyoruz. Kanun, isim koymadan Aleviliği yasaklıyor; sadece mekânları kapatmıyor, aynı zamanda bu geleneğin omurgasını oluşturan kurumsallaşmayı da kaldırıyor ve buna ceza getiriyor. Bu düzenleme, Alevilerin yalnızca görünmez bir alana itilmesi değil, tasfiye edilmesi amacıyla yapılmış bir kanun niteliği taşıyor. Dahası, kanun tekke ve zaviyelerin cami ve mescit gibi işlevleri varsa bunlara karışılmaması gerektiğini belirten bir madde de içeriyor. Bütün bu yönleriyle kanun, bariz bir şekilde Aleviliği hedef alan bir düzenleme olarak karşımıza çıkıyor” değerlendirmesinde bulundu.
Panel, soru ve cevapların ardından Sanatçı Musa Eroğlu’nun deyiş dinletisi ile son buldu.
PİRHA/ MERSİN
Yoruma kapalı.